23 Eylül 2010 Perşembe

Gone with the Wind (1939)

Margaret Mitchell'ın Pulitzer Ödüllü aynı adlı romanından uyarlama 1939 yapımı filmde çevresindeki tüm erkeklerin hayran olduğu güzeller güzeli Scarlett O'Hara'nın ilginç hayatını anlatıyor. Scarlett kendisine ilgi göstermeyen tek erkek Ashley Wilkes'e kafayı takmıştır. Ashley ise kuzeni Melanie ile evlenmeye karar verir. Ashley ve Melanie'nin evlenmesine engel olamayan Scarlett, aceleyle çevresinden biriyle evlenir. Evliliklerden kısa süre sonra iç savaş patlak verir ve tüm erkekler orduya katılır. Savaş döneminde Melanie'nin en yakını Scarlett olur ve birlikte hayatta kalmaya çalışırlar. 4 saate yakın süren filmde Scarlett'in başına akla gelmeyecek pek çok olay gelir. Bu kadar uzun olmasına rağmen sıkmadan kendini izleten film kelimenin tam anlamıyla bir klasik.
Oyunculuklar, kostümler, mekanlar ve o zamanların ilk renkli filmlerinden olması ise filmin görsel güzellikleri...Romanın ilk bölümünü okumuştum, belki kısa versiyonuydu tam emin değilim, ama okuduğum kısmı tamamen filmde geçiyordu. Belli bir yerden sonra filmdeki olayları hatırlamayınca anladım ki kitabın tamamını okumamışım :) Ancak kitap uyarlaması filmlerin içinde de favori listelere girecek başarıda bir film. Ayrıca 8 Oscar'ı var, 1940 ödüllerini silip süpürmüş :)

22 Eylül 2010 Çarşamba

Mongol: The Rise of Genghis Khan (2007)

"“Moğol” üçlemesinin ilk filmi olan Cengiz Han, genç Temuçin’in savaşarak esaretten kurtuluşunu ve dünyanın yarısını ele geçiren uçsuz bucaksız Moğol İmparatorluğu’nun kurucusu olan Cengiz Han ünvanına sahip oluşunu konu alıyor."
Otobüs yolculuğunda izlediğim filmde Moğollar'ın kültürünü, dinini, Cengiz Han'ın çocukluğundan hükümdar olana kadar başına gelenleri görmek, öğrenmek açısından güzel bir film. Ancak filmde Cengiz Han'ın sadece iyi yönleri anlatılıyor, çok iyi bir insan olarak gösteriliyor; bu nedenle filmin yönetmeni çeşitli olumsuz tepkiler almış ve tarihi gerçekleri yansıtmıyor iddiaları ortaya atılıyor. Gene de film olarak başarılı, az değil 20 milyon dolara yapılmış ve 126 dk olmasına rağmen sıkılmadan izledim.

Billy Elliot (2000)

Maden işçisi olan ve son zamanlarda greve giden baba ve abiye sahip küçük Billy'nin baletlerin eşcinsel olarak görüldüğü bir toplumda, bokstan baleye kayması, baleye olan aşkı ve üstün yeteneği sayesinde balet olma hikayesi anlatılıyor. Babasının Billy'yi dansederken gördüğü sahne favorim oldu. Film The Reader (2008)'ın yönetmeni Stephen Daldry'nin ilk uzun metrajıymış. Bu güzel müzikleri olan İngiliz yapımı müzikal filmi izleyince, bu sene eğlenceli bir bale gösterisine gitme kararı aldım :)

21 Eylül 2010 Salı

Lüküs Hayat

26 yıldır tiyatro sahnesinde oynanan ve biletleri yok satan Lüküs Hayat'ı Yaz Oyunları kapsamında 19 Eylül Pazar akşamı Harbiye Açık Hava'da izledim. Bir önceki açıkhava oyununda biletimi bulma dışında insan yoğunluğu konusunda bir sıkıntı yaşamamıştım, ancak bu sefer alana yaklaştığımızda upuzun bir giriş kuyruğuyla karşılaştık ve oyunun başlamasına 5 dk vardı. Buna rağmen hızlı bir şekilde açılan diğer kapılarla, sadece 10 dk gecikmeli başlayan 3 perdelik oyun (2 arasıyla beraber) 4 saat sürdü. Normalde 3 saat sürmesi gereken oyun, Zihni Göktay'ın doğaçlama güncel sahneleriyle normal süreyi 1 saat aştı.
Oyunun konusu şehir tiyatrolarının sitesinde şöyle geçiyor. Küçük hırsızlıklarla geçinen Rıza ile Fıstık bir zengin evine girince kendilerini bir kıyafet balosunun ortasında bulurlar. Aslında bu ikilinin içine düştüğü bu yeni ortam, batılılaşma özentisinin ortasına düşmüş halktan insanların durumudur.
Zihni Göktay'ın doğaçlama kısmında stüdyo dairenin 450 bin dolar olmasından, "one minute" olayına, Binbir gece dizisinde Şehrazat'ın 150 bin dolar olayından, adidas eşofmanlı tikky kızlara, Var mısın Yok musun'dan Survivor'a, referandumdan altın çileğe pek çok güncel konuyu içeriyor.

Ben böyle coşkulu seyirci ile izlediğim bir tiyatro hatırlamıyorum, daha oyun bitmeden ayakta alkışlıyorduk. Ancak itiraf etmeliyim Zihni Göktay doğaçlamaya başlayana kadar bu oyunun niye bu kadar popüler olduğunu anlayamamıştım, öyle çok görkemli bir oyunculuk yoktu. Sonradan oyuna sihir yapılmış gibi bir anda ilgi çekiciliği arttı. Bu kadar uzun sürmesine rağmen tekrar izlemeyi kafama koydum, bu sezonda tekrar izlemeliyim :)
İşte oyunun en popüler parçasının sözleri :)

şişli'de bir apartıman
yoksa eğer halin yaman
nikel-kübik mobilyalar
duvarda yağlı boyalar

iki tane otomobil
biri açık, biri değil
aşçı, uşak, hizmetçiler
dolu mutfak, dolu kiler

hanım gider, sen gidersin
gündüzleri çaydan çaya
gece olur, davetlisin
ya dineye ya baloya

hey
lüküs hayat, lüküs hayat
bak keyfine yan gel de yat
ne güzel şey
oh ne rahat
yoktur eşin lüküs hayat
yaz gelince adadasın
mayo giymiş kumlardasın
etrafında güzel kızlar
canın çeker, burnun sızlar

hanım motorla dolaşır
hanım serbest, kim karışır
takarsın şeyleri bazı
dünya böyle sen ol razı

sen de kendi hesabına
topla akşam etrafına
sarıları, esmerleri
kır şampanya kadehleri

20 Eylül 2010 Pazartesi

Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz

Aziz Nesin'in yazdığı harika eser, Yaşar Yaşamaz adlı vatandaşın iki kez nüfus kayıtlarına göre şehit görünmesi nedeniyle başına gelenleri anlatıyor. Bürokrasi karşısında hep ezilen Yaşar'ın askere gitmesi gerektiğinde canlı, evlenmesi gerektiğinde ölü, devlete para vermesi gerektiğinde canlı, babasından kalan mirası alması gerektiğinde ölü olması gibi bir çok karamizah örneğini barındıyor eser.Aziz Nesin'in ilk olarak radyo oyunu olarak yazdığı eser, sonradan sahne oyunu, sinema filmi(1974,2008), çizgi roman, televizyon filmi ve roman(1977) olarak uyarlanmış.2 saat 45 dakika süren 2 perdelik oyun hem eser hem de oyuncuların sayesinde hiç sıkmadan hem eğlenceli hem de düşündürücü vakit geçirtiyor izleyiciye. Ben oyunu 16 Eylül akşamı Harbiye Açık Hava'da Şehir Tiyatroları Yaz Oyunları gösteriminde izledim. Kış döneminde yer bulmanın zor olduğu Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz ile Lüküs Hayat'ı hem de Açık Hava'da izlemek çok güzel oldu, internete girmeye vakit bulamadığımdan erken yazıp reklamını yapamadım; ancak seneye İstanbul'da olanların bu etkinliği kaçırmaması gerektiğini şimdiden söyleyeyim :)

14 Eylül 2010 Salı

Gelecekten Bir Gün (2009)

Fantastik komedide, hayatı tamamıyla berbat giden bir adam dibe batınca intihar eder ve meleklerin yanına gelir. Meleklerin ona gelecekte bir gün yaşama şansını vermesiyle kendini evli, mutlu, çocuklu ve zengin bir halde bulur. Bu bir günün sonunda intihar ettiğine pişman olup ona tekrar hayata dönme şansını elde eder ve hayatı birden gelecektekine doğru olumlu yönde değişir. Filmde Rasim Öztekin ile Arda Kural melek rolünde, Hayrettin Karaoğuz şanslı-şansız adam, Hande Subaşı gelecekteki eşi, Neco ise gelecekteki kayınpederini oynuyor.

Evde otururken keyifli vakit geçirmek için ailecek oturup izlenecek güzel bir film. Konusu 1946 yapımı "It's a Wonderful Life" adlı filmden araklamaymış onu izlemesi kesin daha keyiflidir.

13 Eylül 2010 Pazartesi

Çok Filim Hareketler Bunlar (2010)

Yılmaz Erdoğan'ın öğrencileri BKM Mutfak oyuncularının çok tutan tiyatro-tv programı projesinin bir sonraki atağı olan filmi hiç niyetim olmadığı halde izledim. Başlarda biraz güldüysem de, önceden facebook'ta dolaşan filmdeki skeçlerden birinin videosu filmdeki baştan sona sıkılmadan izlediğim tek bölüm oldu. Böyle başarısız bir filme Yılmaz Erdoğan nasıl onay vermiş şaşırdım, herhalde sadece yeğeninin parçalarına baktı ona göre karar verdi.

Skeçlerin hemen hemen hepsinde espriler salaklık ve cinsellik üzerine dönüyor, uzaktıkça uzatıyorlar. Boş vakti olan bile vaktini başka türlü değerlendirsin, bu film ara ara güldürse de çoğunlukla sıkıyor. Neredeyse tv'daki saçmasapan programlar buna tercih edilir. Recep İvedik serisini eleştirenler bir de buna baksın, onda en azından sıkılmıyorsun.

12 Eylül 2010 Pazar

Speaking of the Devil (1991)















Dsmart'ın Digiturk gibi kendi sinema kanalları var, bunlardaki filmleri kim neye göre seçiyor bilmiyorum, ama çoğunlukla güzel filmler seçiyorlar. Geçen günlerde izlediğim Le Herisson da bu güzel filmlerden biriydi. Ancak geçen akşam bir filme rastladım ki ne film, ne yönetmeni, ne de güzel oyuncusu Carol Alt herhangi bir ödül almış, nereden bulup da koymuşlar çok şaşırdım. Böyle olsa da film oturup sonuna kadar izlenebiliyor.

Konusu ise çok iyi bir adam olan taksi şöforünü doğru yoldan saptırmak için şeytan çok güzel bir kadını görevlendirir. Kadını önlemek için ise erkek bir melek gönderilir ve olaylar gelişir...

10 Eylül 2010 Cuma

I Kina Spiser De Hunde (1999)

Hassas ve ince ruhlu küçük kardeşin bankayı soyulmaktan kurtarıp, sonradan soyulacak parayla tüp bebek sahibi olacaklarını söyleyen kadını dinleyip ona bu parayı bulma sözü vermesiyle film başlar. Çözüm bulması için restoran sahibi, ırkçı ve her türlü suça bulaşmaya meyilli abisine gider, böylece banka soyup kadına para vermeye karar verirler.

Danimarka'da geçen filmde, Sırp ve Amerikalılar da yer alıyor. Filmde olan olaylara bakıp nasıl olup da hiç polis olmaması şaşırtıyor. The Big Lebowski tarzı filmleri sevenlerin keyif alacağı bir film.

The Lady Vanishes (1938)

Önce hava şartları nedeniyle Balkanlar'da bir otelde kalmak zorunda kalan çoğunluğu İngiliz tren yolcularının oteldeki durumlarının komikliğiyle gülümsetiyor film. Asıl olay ise yolcuğuna devam etmek üzere trene bindikten sonra, genç kadına eşlik eden yaşlı kadının ortadan kaybolması ve başlangıçta onu tanıyan herkesin kadını görmediğini söylemesiyle başlıyor.

Genellikle Hitchcock filmlerinden pek hazetmesem de bunu izlerken eğlendim, ama gene de izledim ne oldu daha güzel görüntüleri olan başka film izleyip daha güzel vakit geçirebilirdim. Olsun Hitchcock hayranı kardeşi mutlu ettik ve onunla izleyince bazı Hitchcock incelikleri öğrendik :)

9 Eylül 2010 Perşembe

Le Hérisson (2009)

Lüks bir apartmanda oturan 10'lu yaşlarda, kafasına ölüme takmış, zeki ve yetenekli (ispirtolu kalemle harika çizimler yapan) bir kız çocuğu(Paloma), 50'li yaşlarda süper lüks (evinde sinema odası, tuvaletinde oturunca mozart çalan klozeti olan) bir daireye sahip bir Japon(Kakuro Ozu) ve apartmanın 54 yaşındaki bakımsız, kitap kurdu, temiz yürekli, iyi insan ve 15 yıldır dul olan kapıcısı kadın(Renée Michel) arasında geçen sakin gündelik olayları anlatan film, Muriel Barbery'nin çok satan romanından uyarlama.Orjinal adı Kirpi anlamına gelen film, vizyonda "Yaşamaya Değer" diye adlandırılmış. Bu kadar sakin olan filmin çarpıcı bir sonu var ve gerçekten yaşamaya değer olduğunu farkettiriyor küçük kıza ve izleyiciye.
Sade, sakin, insancıl, duygusal, dinlendirici bir film izlemek isteyen isteyenlere şiddetle tavsiye edilir, hatta şömine ya da soba başında, yanında bir fincan sıcak çikolatayla alınacak keyfi artırmak mümkün.

7 Eylül 2010 Salı

Nanny McPhee and the Big Bang (2010)

2005'te çekilen ilk filmin bu devam filmi, ilkinden bağımsız sadece konu aynı. Sorunlu çocuklara bir dadı Nanny McPhee (küçük c büyük p ile) gelir ve yaramaz laf dinlemez çocukları uyumlu hale getirmeye çalışır. "Nanny McPhee çocuklar onu istemediği ama ona ihtiyaç duyduğunda kalır, kalmasını istediği ama ihtiyaçları kalmadığında gider."
İlki Christianna Brand'in yazdığı kitaptan Emma Thompson tarafından senaryolaştırmışken, bunda Emma Thompson'ın yazdığı yeni bir hikaye var. Kendisi aynı zamanda dadıyı oynuyor.
Tüm oyunculuklar inanılmaz keyifli. Anne rolündeki Maggie Gyllenhaal Dark Knight'tan, büyük oğlu Asa Butterfield The Boy in the Striped Pajamas'dan tanıdık, acaip tatlı küçük oğul Oscar Steer'inse ilk filmi.
Acaip eğlenceli bu yeni film güzel vakit geçirmek ve çocuklar gibi gülmek istendiğinde izlemek için birebir.Ayrıca, film biterken yüzde şapşal bir gülümseme bırakıyor. Sondaki animasyon jenerik ile ise filmde emeği geçenlerin bir kısmını okutmuş oluyor.

6 Eylül 2010 Pazartesi

The Taking of Pelham 1 2 3 (2009)

Bir türlü izleyemediğim Deja Vu'nun yönetmeni Tony Scott'ın çektiği filmde kahraman rolündeki Denzel Washington'la beraber, suçlu rolünde son yıllarda pek fazla ses getiren filmde oynamamış John Travolta var.

Film bir metro treninin Ryder takma adlı filmimizin kötü adamı tarafından kaçırılması ve 1 saat içerisinde 10 milyon dolar gelmediği takdirde her geçen dakikada bir rehine öldüreceği üzerine kurulu. Bu olay tüm metro hatlarında ve NY şehrinde karışıklığa ve bu nedenle de piyasaların değer kaybetmesine sebep olur. Sonradan farkedilir ki piyasanın Ryder'a katkısı rehinelerin değeri 10 milyon çok daha fazla olacaktır. Bir de mesleğin insanın kişiliğini nasıl etkilediğini filmin başlarında Ryder'da görmek mümkün. Hikaye güzel, ancak, film saçmalıklarla dolu. Filmin başında karısını aldatıp şık takımlar giymekten başka işi yok gibi gösterilen, şehirden bihaber ve NY umrunda değil gibi davranan NY belediye başkanının birden zeki ve ilgili bir adama dönüşmesi filmin ilk belki de en göze batan kısmıydı. Başka bolca saçmalık da var tabii, bunlara takılmadan izlenince benim gibi keyifli vakit geçirmek mümkün, düşük beklentiyle bu tarz film arayana tavsiye edilir :) Ayrıca Travolta'yı alışılanın dışında bir rolde görmek ve Denzel'ın şişman aile babası hali ve etkileyici ses tonuyla izlemek de keyifli.

5 Eylül 2010 Pazar

Traitor (2008)

Dini duyguları kullanılarak cihat amacıyla dünyada terörist eylemler gerçekleştirilen "müslüman" bir örgütün, yapılanın yanlış olduğunu gören inançlı bir adam tarafından önce ihanete uğratılıp sonra yokedilmesini anlatan filmde Memento'nun yıldızı Guy Pearce ile Hotel Rwanda'nın yıldızı Don Cheadle başrolde. Bir de Desperate Housewives'ta Eddie ile evlenen ruh hastası Dave rolündeki Neal McDonough burada FBI ajanını canlandırıyor. Benzer konular sıkça işlendiğinden sıradan sayılabilecek konuya rağmen sonuna kadar sıkmadan izleten bir film.

4 Eylül 2010 Cumartesi

From Dusk Till Dawn (1996)

Biri psikopat manyak(Quentin Tarantino) biri akıllı hırsız(George Clooney) rolünde iki kardeşin, banka soyduktan sonra Meksika'ya kaçma hikayesini anlatıyor filmin ilk yarısı. Bu kısım harika replikleri ve komik karakterleriyle oldukça eğlenceli, devamı olmasa film favorilerim arasına girecekti. Ben ikinci yarıda niye izliyorum diye kendimi sorguladım, bence keşke devamı hiç olmasaydı.

İkinci yarısında ise tamamen farklı devam ediyor, ben bilmeden izlediğim için sürekli acaba nasıl bağlanacak diye şaşkınlık içinde bekledim o yüzden yazmıyorum nasıl devam ettiğini :). Tahminen bu psikopatça gidiş Tarantino'nun yazdığı senaryodan kaynaklanıyor. Filmde Salma Hayek çıktıktan sonraki ilk 10 dk'dan hoşlanmazsanız devamını izlemeyin aklınızda filmle ilgili güzel düşünceler kalsın :) Bu garip ikinci yarıda güldüğüm bir şey oldu: insan bedeninden gitar.

Filmin yönetmeni Robert Rodriguez'in yönettiği Machete ve yapımcılığını üstlendiği Predators filmleri şu anda vizyonda. Ayrıca pek başarılı gibi görünmese de bu filmin başkaları tarafından çekilen devam filmleri de var.

Memento (2000)

Eveeet uzun zamandır izlemeyi düşündüğüm bir filmi daha izledim ve bu sefer bayıldım :) Suç-polis-kovalama tarzı filmlerde ilk sırayı hakeden, diğerlerinden kesinlikle farklı karmaşık filmi Inception, The Dark Knight, The Prestige, Batman Begins, Insomnia filmlerinin yönetmeni Christopher Nolan yönetmiş, kardeşi Jonathan'ın yazdığı kısa hikayeden uyarlamış.
Burada, karısını öldüreni bulmaya çalışan, kısa dönem hafıza kaybı hastalığı olan adamın(Guy Pearce) hikayesini sondan başa doğru izliyoruz. Adamımız karısının ölümünden sonraki hiç bir olayı ve kimseyi hatırlamadığı için, amacını unutmaması ve amacı için ilerleyebilmesi için gerekli şeyleri vücuduna dövme olarak yaptırıyor ve önemli insanların fotoğrafını çekip onların hakkında küçük notlar alıyor.
Son söz =) : Birden fazla kere izleyerek keyfi daha bir çıkacak film.

3 Eylül 2010 Cuma

The Shining (1980)

Stephen King'in romanından bir Stanley Kubrick uyarlaması olan filmi kardeşimin yoğun ısrarı üzerine izledim. Öğretmenlikten ayrılmış bir adamın (Jack Nicholson) yeni işi yazarlığı için de uygun olan mükemmel döşeli dağ otelini, kış dönemi için göz kulak olma görevini üstlenerek karısı ve oğluyla beraber otele yerleşmesini ve sonradan kafayı yemesini konu alıyor. Oğlu (Danny Lloyd) psişik güçlere sahip (shining) ve bu nedenle otelin geçmişini görüp garip tepkiler veriyor. Bu sevimli çocuğun mimikleri bir harika, ancak bu filmden sonra neden oyunculuk yapmadığını merak ettim, 2007'den beri Missouri'de fen bilimleri öğretmenliği yapıyormuş. Kadın oyuncu(Shelley Duvall) ise acaip karakteristik bir çirkinliğe sahip değişik bir kadın.
Son zamanlarda-gerçi bu dönemde ekonomik etkenle- kafayı yiyen aile bireylerinin de artması nedeniyle deliren babayı gösteren film bir klasik değerinde. Gerilim-korku türündeki füst sıralarda olan filmin, özellikle çekimleri oldukça ilginç, oyuncular ise mükemmel... Eski bir film olmasına ve 2 saat 20 dk sürmesine rağmen ilgiyle izletiyor.

2 Eylül 2010 Perşembe

Shutter Island (2010)

İki dedektifin bir hasta-suçlunun kayboluşunu araştırmak üzere 50'li yıllarda akıl hastası suçluların tutulduğu Shutter Adası'na gelmesiyle film başlıyor. Daha önce gene filme uyarlanmış Gone Baby Gone ve Mystic River romanlarının yazarı Dennis Lehane'in aynı adlı romanından senaryolaştırılmış filmi Martin Scorsese yönetiyor. İki dedektifi Leonardo DiCaprio ile yüzü çeşitli filmlerden* aşina Mark Wahlberg canlandırıyor. DiCaprio'nun oynadığı filmlerin her yıl bu kadar konuşulması şanstan mı, yetenekten mi, menajerden mi yoksa hepsinden mi kaynaklanıyor bilemiyorum, ama %90 iyi film çıkartıyor :).
Özellikle hayali sahnelerin çekimleriyle film kendine hayran bırakıyor. Adanın- mekanların tasarımı da oldukça başarılı. Ayrıca evde gün ışığında izlememe rağmen başarılı gerilim filmi olduğu farkediliyor. Filmi izlerken acaba sonunda ne olacak diye düşünmek yerine olanların keyfini çıkarmak da alınacak zevki artıracaktır. Son söz olarak tekrar izleyip, üzerinde tartışmak da eğlenceli olabilir.

*Reservation Road, Zodiac

Righteous Kill (2008)

Robert De Niro ile Al Pacino'nun cesedin yanında bir dizelik şiirler bırakan bir seri katilin peşindeki ortak polisleri canlandırdığı filmi, Al Pacino'lu 88 Minutes'un (2007) da yönetmeni Jon Avnet çekmiş.Buraya yazmadığım için önceden izlemiş olduğumu sonradan farkettim, bu nedenle sonunu bilerek tekrar izledim. Türkçe adı "Orjinal Cinayetler" olan filmdeki cinayetlerin pek bir orjinalliği yok ama ikiliyi bir arada izlemek için güzel bir fırsat...