31 Aralık 2010 Cuma

Salt (2010)

Aksiyon filmi izlemek isteyip, fazla beklenti olmadan bir film arandığında güzel vakit geçirtip içindeki olay örgüsüyle birazcık da ne olacak diye düşündüren Avustralya'lı yönetmen Phillip Noyce tarafından çekilmiş bir yapım. Film, CIA ajanı Salt'a Kore'liler tarafından yapılan işkence görüntüleriyle başlıyor ve olayın üstünden bir yıl geçtikten sonra yakalanan Rus bir adamın dedikleriyle Salt'un CIA'den kaçısına dönüşüyor.

Ajan Salt'un geçmişi düşünüldüğünde(izleyen anlar :) ) bence Angelina Jolie'nin karakteristik yüzü hikayeye çok uyuyordu, ancak zayıflığı o hareketleri yapmasının imkansız olduğunu hissettiriyordu. Bir de Salt'un aynı eğitimlerden geçmiş bir sürü başarılı ajanı-casusu tek başına alt etmesi ise filmin en saçma kısmıydı. Gene de  beklentisiz aksiyon filmi izleyesi olana tavsiye edilir.

25 Aralık 2010 Cumartesi

Law Abiding Citizen (2009)

Sakin, kendi halinde görünen ailenin hayatı eve giren iki adamın saldırısıyla değişir. Bu adamlar ailedeki kadını ve küçük kızı tecavüz ederek öldürür. Geriye sadece Cylde(Gerard Butler) kalır, eşini ve küçücük kızını bu facia ile kaybeden...

Başına başkaları tarafından kötü olaylar gelen her vatandaş gibi, devletine güvenir, avukat tutar ve olayı yapan adamları devletin cezalandırılmasını umar. Ancak mahkeme sonunda adamlardan biri beş yıl ile serbest bırakılırken, diğeri de acısız idama mahkum olur. Bütün hayatı mahvedilmiş birine, hayatını mahvedenlere biçilmiş bu ceza, Cylde'ı suçluları ve adalet sistemini ceza vermeye iter ve akılmaz olaylar gelişir.

Bir adamın mantıken bu kadar olayı tek başına yapması ve önlenememesi imkansız olsa da, adalet sisteminin çarpıklığını yansıtan film iyi ki çekilmiş dedirtiyor. Tüm sahneleriyle çok etkileyici, olay örgüsüyle heyecanlı bu film izlenmesi gerekenlerden. Tüm ülkelerde daha adaletli bir adalet sisteminin olması dileğiyle...

24 Aralık 2010 Cuma

The Crow (1994)

Dark City ile sahne benzerlikleri hissettiren, sonradan bakınca bunun dönemden değil yönetmeninden ve görüntü yönetmeninden kaynaklandığını farkettiğim, izlediğim ikinci Alex Proyas filmi. Konusu, nişanlısıyla mutlu mesut yaşayan adamın şehrin serserileri tarafından saldırıya uğrayıp öldürüldükten sonra mezarına konan bir karga sayesinde canlanıp serserilerden öc almasını anlatıyor.

Bazı filmleri(mesela Donnie Darko, The Big Lebowski) izlerken "kesin döneminde efsanedir" diye düşünürüm, bu da onlardan. Böyle filmler her dönemde aynı etkiyi yaratmıyor olsa da, özellikle bu filmde kesinlikle izleyeni etkileyen bir şeyler var. Zaten film çekimlerinde Brandon Lee'nin yanlışlıkla gerçek mermi doldurulmuş bir silah yüzünden sette ölmesi, filmi daha çarpıcı yapmakta ve filmin üzücü bir şekilde hatırlanmasına neden olmaktadır.

23 Aralık 2010 Perşembe

Tehlikeli İlişkiler

Salona ilk girildiğinde sahneyi kaplayan perde yerine  gene tüm sahneyi kaplayan kocaman 3 parça ayna karşılıyor bizi... Sonradan oyun sırasında görülüyor ki bunlar kendi merkezlerinde 360 derece dönebilen çift taraflı aynalar, ve arkalarında gene ayna ve üzerine projeksiyon cihazından çeşitli görüntülerin yansıtıldığı perdeler var. Böyle ilginç bir sahne tasarımı Numen/Sven Jonke tarafından yapılmış. Oyunda aynaların kullanımı da gene çok başarılı ve ilgi çekic, yönetmense Üsküp'lü Aleksandar Popovski. Göz kamaştıran kostümleri Angelina Atlagic tasarlamış. Dikkat çeken diğer bir görsel detaysa takıların pırıltısıydı.

Choderlos de Laclos'nun romanından uyarlanmış oyun, 18. yüzyıl sonlarındaki ikiyüzlü Fransız aristokratlarının ahlaki değerlerden yoksun ilişkilerini anlatıyor. Özellikle popüler dizilerden tanındık Levent Üzümcü çapkın Vicomte de Valmont rolünü, Tomris İncer'se Madame de Rosemonde'u çok iyi oynuyor. Oyunun diğer  dikkat çekenleriyse Madame de Marquise kötü kadın rolünde Şebnem Köstem, manastırdan yeni gelmiş kız Cécile rolünde Ece Özdikici ve Madame Marie de Tourvel namuslu evli kadın rolünde Selin İşcan'dı. Bir de Coriolanus'taki rolüyle dikkat çeken Cemal Ayhan Şener genç delikanlı rolündeydi.

Oyunun başarısının bir ölçüsü de sonradan konuşulmasıdır, ki bu oyun hakkında konuşturuyor. Mutlaka izleyin, mümkünse benim gibi ön sıralardan izleyin oyuncularla göz göze, birebir size oynuyormuşçasına hissederek.

Ayrıca aynı romandan uyarlama 1988 yapımı 3 Oscar kazanmış film Dangerous Liaisons de izlenebilir.

21 Aralık 2010 Salı

Kabak Püresi


* 2 çorba kaşığı tereyağı
* 3 çorba kaşığı un
* 3 büyük boy kabak (hafif soyulup küçük küçük doğranmış)

Önce kabaklar çok az miktarda suda haşlanır, yumuşayınca ezilir. Cezve ya da tavada tereyağı eritilip, un eklenip kavrulur ve karışım ezilmiş kabaklara ilave edilir. Üzerine bir miktar tuz konur, karıştırılır, püremiz hazırdır. (İsteyen üzerine sırayla biraz süt ve kaşar da ekleyebilir)

Annenin yaptığı dondurucuda bekleyen köfteler ve sigara börekleri kızartılıp yanına konur ve afiyetle yenir :)

Menemen

Malzemeler:
* 4-5 tane biber (tohumları çıkartılıp küçük küçük doğranmış)
*2 tane orta boy domates (ince ince dilimlenmiş)
*1 tane yumurta

Tek kişilik menemen yapmak için önce bayramdan evde kalmış, tarla ürünü karışık özellikteki sağlam biberleri çok az miktarda ayçiçek yağında kavurdum(şu aralar kırmızı dolmalık biberlerle benzer lezzet elde edilebilir). Sonra domatesleri ekleyip pişirdim. Üzerine tuz ve çırpılmış yumurta ekleyip pişmesini bekledim.

Biberler sayesinde(mevsim sebebiyle domateslerin hali malum) harika menemen yemeye hazırdı. Yapacak olanlara şimdiden afiyet olsun :)

20 Aralık 2010 Pazartesi

Chloe (2009)

Dışarıdan mükemmel görünen bir aile: jinekolog kadın(Bir türlü izleyemediğim A Single Man filminin başrol kadın oyuncusu rolünde de oynamış Julianne Moore), profesör adam, müzisyen ve sporcu oğul ve harika bir ev... Ancak orta yaş krizine giren koca ve ergenlik dönemindeki oğul sebebiyle, mükemmel hayatı var gibi görünen kadın kendini bunalımda bulur ve ilginç bir yola başvurur, bir eskort kızla(Mamma Mia! filminin yıldızını oynamış Amanda Seyfried) anlaşır. Filmin konusu bu noktada değişik bir aile dramına dönüşür, çok şaşırtıcı olmasa da izlenince beklenti karşılayacak bir film.
Konu daha önce 2003'te Nathalie adı ile filme alınmış, bu versiyonunu Atom Egoyan çekmiş. Film bende, yönetmenin bol ödüllü The Sweet Hereafter filmini izleme merakı uyandırdı.

19 Aralık 2010 Pazar

2019

Ferhan Şensoy'un yazıp yönettiği, 2019 yılında eğer Türkiye bir islam cumhuriyetine dönüşürseyi ortaoyuncularla birlikte canlandırdığı yoğun karamizah öğeli güzel oyun. bir sürü komik dini detayla dolu oyunu üçüncü kez izlemeye gelenler bile vardı.

Gitmeden önce bazı yorumlar, oyunun-esprilerin Şensoy seviyesinin altında olduğunu söylüyordu, ama ben oyundan da oyunculuklardan da gayet memnun kaldım(zaten canlı performanslara, oyunda sıkılmadığım sürece kötü yorum yapamıyorum). Bir de en son 2007'de bir oyununa gittiğimde zayıflamış ve cildi kırışmış halde görüp üzüldüğüm Ferhan Şensoy'u bu sefer çok iyi gördüm, o da oyundan alınan mutluluğu perçinledi.

Fazla yorum yapamıyorum gidin görün :)

14 Aralık 2010 Salı

Havuçlu Brokoli

Soğuk havaların hastalık dağıttığı şu günlerde vitaminli besinler en büyük ilaç :) Ben de bugün brokoli pişirdim, belki hastalığın ayak seslerini birazcık ötelemişimdir bu sayede... Hem lezzetli hem besleyici hem de sevimli şu brokoliyi insanlar neden sevmez anlamam hiç.

Malzemeler:
* 1 tane soğan (yarım halka şeklinde doğranmış)
* 1 tatlı kaşığı biber salçası
* 1 tane havuç (şekildeki gibi doğranmış)
* 1 büyük buket brokoli (tahminen 350-400 gr)
* Zeytinyağı, sıcak su, tuz, 1 tane kesme şeker

Önce soğanlar zeytinyağı ile kavrulur, sonra salça eklenerek pişirilir. Sonra havuçlar eklenip yumuşayana kadar beklenir. Temizlenip ayıklanıp doğranmış brokoliler ve bir miktar sıcak su ile tuz ve şeker eklenip brokolilerin rengi değişene kadar kısık ateşte kapağı açmadan pişirilir. Yanına pilav, et ya da tavuk gibi bir şeyler daha hazırlanıp afiyetle yenir.

12 Aralık 2010 Pazar

Av Mevsimi (2010)

Dün televizyonda Atilla Dorsay'ı dinleyene kadar hakkında hiçbir iyi yorum duymadığım filmi asla sinemada izlemem diyordum, ama asla asla dememek gerek :) Sinema teklifi gelen aileden üç kişiyi kıramayarak, bir kez daha sinemada izlemem dediğim bir türk filmini izledim (itiraf ediyorum aslında Yavuz Turgul-Şener Şen ikilisi nedeniyle filmi merak ediyordum).

Filmin başında harika görünen bir ormanda bataklığın içinde bir el bulunur. Cinayeti soruşturmaya Avcı(Şener Şen) ve Deli(Cem Yılmaz) lakaplı polisler verilir, bu polisler de yanlarına üçüncü olarak acemi bir polisi (Okan Yalabık) alırlar ve çok çarpıcı olmayan sahnelere sahip katil-polis oynarlar. İlk yarıya bakınca niye kimse sevmedi, ucuz çatışma sahnelerine rağmen sevilecek pek çok şey var diye düşünmeden edemedim.  Mesela  görüntüler(yönetmeni Uğur İçbak) ile komedi filmi olmadığı halde filmdeki güldürücü sahneler çok başarılıydı. Ancak, ikinci yarının ilk 10 dk'sından sonra filmin sonu belli olunca ve ilk yarı zekice kararlar alabilen polisler birden nasıl bu kadar kör oldular diye de sinir olunca., izleyiciyi aptal yerine koyan bu filmden neredeyse nefret ettim, bütün güzel düşüncelerimi yok etti saçma sapan senaryosuyla.

Bir yıl sonra televizyon kanallarında gösterilir o zaman izleyin, en azından Cem Yılmaz'ın karadenizli rolü ve Şener Şen ile o harika orman görüntüsü için. Nedense bu sefer normalde ses tonu nedeniyle bayıldığım Çetin Tekindor ise o kadar keyif vermedi bana.

**spoiler
Bu filmin organ takliyle ilgili bilinçlendirme yaptığını düşünen varsa(ki bence filmin toplum bilincini sağlayacak hiçbir mesajı yok) Inhale filmini izlesin.

11 Aralık 2010 Cumartesi

An American in Paris (1951)

Paris'te yaşayan Amerikalı Jerry(Gene Kelly), küçük ama balkonlu, çok sevimli ve oldukça kullanışlı bir odada kalmakta, yaptığı resimleri satmakta, Parisli çocukları sakızla tanıştırıp onlara şarkılar söyleyip dansederek ingilizce sözcükler öğretmektedir. İlginç adam Jerry, fransız bir arkadaşının nişanlısına aşık olur ve olaylar gelişir.

Sonlara doğru bunaltsa da ilk kısımlardaki keyifli danslar-diyaloglar için izlenmesi gerekli, izleyince mutlu ruh hali garanti :) Bir de film hali bile bu kadar güzelken canlı canlı  izlemek, müzikali balesi nasıldır çok merak ettim, bir denk gelip izlemek gerek.

10 Aralık 2010 Cuma

Prensesin Uykusu (2010)

Çağan Irmak'tan sürekli çevremizde görebileceğimiz insanları ve bu insanların başlarına gelen çevremizde duyduğumuz ya da rahatlıkla duyabilceğimiz olaylardan oluşan; ama bu sıradanlıklara rağmen sıcaklığıyla, insancıllığıyla ve masalsılığıyla kendini izleten bir film Prensesin Uykusu...

Ağacın özsuyunu dinleyecek kadar canlıya-insana bağlı, yüzünün yapısı gereği sürekli gülümseyen,yabancılar tarafından garip biri olarak görünen ancak az ve öz arkadaşı olan, küçük yaşta kimsesiz çocuklar yurdunda yaşamaya başlamış Aziz (Çağlar Çorumlu) ile onun yurttan arkadaşı olan dışa dönük, sosyal, hareketli Neşet (Alican Yücesoy) çocukluklarından beri beraberdirler. Bir gün üst katlarına küçük bir kız çocuğu Gizem ile annesi Seçil (Sevinç Erbulak) taşınır, bir kaza sonucu Gizem bilincini kaybeder ve uykuya dalar. Film Gizem'in yeni taşındıkları evde yeni hayatına başlarken yazdığı bir kaç günlük günlüğündeki isteklerini yerine getirmeye çalışanların başına gelen olayları anlatırken, bir yandan da bu karakterlerin iç dünyasını gösteriyor. Ve tabii ki filmde süpriz bir isim daha var Genco Erkal. Filmin ikinci yarısı karşımıza çıkan Kahraman, bir nevi rol gereği de kahramanlık yapıyor ve Genco Erkal harika oyunculuğuyla filmi çarpıcı hale getiriyor.
Filmi izlemeye karar verme sebebim bu sefer Çağan Irmak değil, tiyatroda izleyip her seferinde oyunculuğuna bayıldığım  Çağlar Çorumlu'ydu, ve tabii gene başarılı tiyatrocu Sevinç Erbulak, ama Irmak filmlerini de hep seviyorum. Gerçi düşününce Çorumlu tiyatroda ayrı bir başarılı, mutlaka gidip canlı izlenilmeli (Marat-Sade, Tarla Kuşuydu Juliet).  Genco Erkal'sa her yerde harika :)