11 Eylül 2012 Salı

Aksatılmış blog ve bir toparlama

İşe girdikten sonra ilgimi azalttığım blogum, geçen yılın ekim ayında Gürcistan'a taşınmamla iyice sahipsiz kaldı. Yeni bir ülkede kısa süre için de olsa yeni bir hayat kurarken, evde oturup film izlemek yerine keşfedilecek bir ülke ve dünyanın her yerinden gelen insanlarla dolu bir şehri tercih ettim. Tabii bir de ülkedeki sinemalarda filmlerin Rusça ya da Gürcüce yayınlanması da film izlemek diye bir etkinliği bana iyice unutturdu.

Son bir ayda ise, belki de artık eski alışkanlıklarımı özlemem nedeniyle, film izlemeye başlamam en azından izlediğim filmlerin isimlerini ve aklımda kalanları yazdığım bir gönderi hazırlamalıyım diye düşünmeme sebep oldu. İşte filmler ve ilgili bir kaç cümle:

The Adventures of Tintin (2011): Tenten ne salakmış, köpeği olmasa bir hiçmiş diye düşündürten eğlenceli animasyon film.

Under the Sea 3D (2009): Evde 3D televizyon varsa, ya da IMAX'te denk gelirse izlemesi keyifli, Jim Carrey'in sesinden okyanus altı belgeseli.

The Night Listener (2006): Robin Williams'ın canlandırdığı başrol karakteri geceleri yayınlanan bir programda radyocudur, hayranı olan hasta bir çocuk nedeniyle başına değişik olaylar gelir.

Black Hawk Down (2001): Susayacak kadar bile sürmeyeceğini düşünerek, Somali'de girdikleri bir çatışmada sıkıntılı saatler geçirip bir sürü kayıp veren Amerikalı askerlerin hikayesi, ünlü bir sürü artistle dolu. Savaş filmi sevmiyorsanız, oyuncular yakışıklıymış, filmin görüntüleri çok iyiymiş gibi oyunlara gelmeyin benden söylemesi ;).

Largo Winch (2008): Çok zengin bir adamın öldürülmesinden sonra ortaya çıkan evlatlık oğlunun, holding yönetime geçmesini önlemek için dönen dolapları anlatan güzel görüntülerle dolu izlemeye değer bir film.

The Raven (2012): Edgar Alan Poe'nun şiirlerinden esinlenen bir katilin, şairin yardımıyla yakalamasını anlatan bir film. Filmi izlerken ben bunu anlatan romanı okudum diye düşündüm, açıkcası kitap da çok ilgimi çekmemişti, sadece Poe'yu tanımak açısından okumak güzel olmuştu. Filmde de olayları hatırladığım için uyudum, bu nedenle film hakkında pek yorum yapmayayım :).

A Wednesday (2008): Bombey'de şehrin 5 önemli noktasına bomba koyduğunu ve istedikleri yapılmazsa sırayla patlatacağını söyleyen bir adamın, devlet yönetimini ve polisi bir gün içinde soktuğu paniği izleten dram ve aksiyonun bir arada bulunduğu güzel bir film.

Iron Man: (2008): Seneye üçüncüsünün geleceğini duyunca, sevmeyeceğimi düşündüğüm halde en azından ilk filmi izleyeyim fikrim olsun diye düşünerek izlediğim başarılı bir film, bakalım ikincisi hakkında ne düşüneceğim.

Steig Larsson Millenium Trilogy (2009): (The Girl With The Dragon Tattoo(Män som hatar kvinnor), The Girl Who Played With Fire(Flickan som lekte med elden)) İsveçli yazar Steig Larsson'un yazdığı roman üçlemesinin, gene üçleme olarak çekilmiş film versiyonunun ilk ikisini izledim. İlkinde, bir gazeteci kırk yıl önce ölmüş bir kadının nasıl öldürüldüğünü bulmaya çalışıyor. Ona olayı çözmesinde ise tam bir baş belası olarak nitelendirilen hacker bir kız(ejderha dövmeli kız) yardım ediyor. İkincide ise, kızla gazeteci başka bir olayı çözmeye girişirler, olayı çözerlerken kızın bilinmeyen geçmişi de ortaya çıkıyor. Filmler başarılıydı, ama kitabın çok daha güzel olduğunu duydum bir İsveçli'den. Okumak gerek, belki filmlerden sonra olması daha mantıklı hayal kırıklığı yaşamamak için ;).

The Constant Gardener (2005): Bir adamın çok sevdiği karısının öldürülmesiyle önce ilişkisini sorguladığı, sonra karısının çözmeye çalıştığı yasadışı işleri araştırdığı, başta savaş filmi gibi görünen ama aslında sadece savaş ortamında geçen duygusal bir macera filmi.

Toast (2010): Genelinde bir çocuğun aşçı olmasını anlatırken yemek yapmayla ilgili çok detay bulunmasa da, oyuncularıyla sıcak, görüntülerdeki pastel tonlarındaki renklerle sevimli, 1960'ların İngiltere'sinde geçen bir meşhur olma hikayesi..

Red (2010): Başrollerinde Bruce Willis, Mary-Louise Parker, Morgan Freeman'ın olduğu keyifli bir aksiyon-komedi filmi.

Machete (2010) : Robert Rodriguez adını duyunca aklıma 1996'da çektği From Dusk Till Dawn filmi geliyor. O sebeple bu da, tarzına yarışır uçukluğu barındıran bir film. Teksas senatörünü vurması için tutulan Machete, oyuna geldiğini anlayıp bu sefer kendini tutan adamın peşine düşüyor. Filmin sade konusu bu, ama yönetmen farkıyla film ilgi çekici. Ancak, özellikle kanlı filmlere dayanamayanlar asla izlemesin uyarısını yapmalıyım, çünkü film palayla kesilen organlar ve delinen insanlarla dolu...

Bu uzuun yazımı bitirirken birazcık Gürcistan filmlerinden bahsedeyim. Tiflis'e geldikten sonraki ilk haftalarımda tanıştığım sinemaya meraklı bir gürcü, çeşitli filmler önermişti. Notlarıma baktığımdaysa isimlere ulaştım... Ermeni asıllı Gürcü yönetmen Sergei Parajanov'un Sayat Nova (The Color of Pomegranates 1968) ve Ambavi Suramis tsikhitsa (The Legend of Suram Fortress 1984) filmleri ile Gürcü yönetmen Otar Iosseliani'nin Lundi matin(Monday Morning 2002) adlı filmi. Bir ara tekrar izlemeye çalışırım, izlersem yazarım :).