13 Şubat 2020 Perşembe

Mikrodalgada Kakaolu Islak Kek


Dün çok pratik, sadece 9 dk'da pişen bir kek yaptım, ölçüleri uydurmasyon olan bu tarifi unutmadan paylaşayım dedim. Benim bile bazen varlığını unuttuğum blog sayfama genelde Starbucks browni tarifi için gelinirken, çok daha basit gene kakaolu olunca çikolata ihtiyacını gideren bu tarif de ilgi çeker belki dedim.

Gerekli malzemeler:

Şeker, sıvı yağ, yoğurt(ya da süt), kakao, yumurta, un, kabartma tozu.

Yapılışı ve ölçüleri:

1 su bardağının 2/3 dolu olacak şekilde,
şeker, sıvı yağ ve yoğurt (çoğu sıvı kısmı) ve 4 dolu dolu tatlı kaşığı kakao koyup çırptım.

Bu karışımdan gene 1 su bardağının 2/3 dolu olacak şekilde kenara ayırdım. Bu arada toz şeker de yeterli miktarda yoktu, üstüne küp şeker ekleyip el blenderı ile parçaladım (Belki kabarmasına faydası olmuştur ). Önceden aklıma gelseydi, küp şekerleri rondodo toz şeker yapardım ama gece gece gelmedi aklıma🙈😄.

Üstüne bir yumurtayı, gene üstteki ölçü birimi (1 su bardağının 2/3 dolu olacak şekilde) un ve kabartma tozu koyup çırptım.

Karışımı yağladığım hafif unladığım borcama döküp, mikrodalga 700derece  ayarında 9 dkya koydum. Çıkarınca dilimleyip başta ayırdığım sosu üstüne döktüm.

Sonuç leziz ve çok pratik. Benim gibi üşengeç iseniz kek krizine girince mutlaka deneyin, afiyet olsun😊.

13 Eylül 2017 Çarşamba

11 günde tek başına gezilen 5 Kuzey Avrupa ülkesi- 3. gün Kopenhag

3. günün sabahında İsveç'i Danimarka'ya bağlayan Öresund köprüsünden trenle Kopenhag'a geçtim. Kopenhag'dan ayrılışım bir sonraki günün sabahı 6'sındaki uçakla olacaktı yani bu şehre 24 saatten az vaktim vardı!


Merkez tren istasyonunda indikten sonra ilk olarak koca çantayla şehri gezemeyeceğim için tren garının alt katında bir kilitli dolap kiraladım. Burada makinalar eski olduğu ve sadece demir danimarka kronları geçiyor, oradaki görevliden kağıt parayı demire çevirtip kullanabilirsiniz. Görevli dediysem onlar da büyük bagajlardan sorumlu, çünkü büyük bagajlar için büyük dolapları yok. Yanılmıyorsam Amsterdam'daki dolaplarda hep kart geçiyordu hem de her büyüklükte dolap vardı. Danimarka'da bazı konularda biraz geri kalınmıştı bu da onlardan biri, diğeri de kokan trenleri ve bozuk WiFi'ları diye notlarımın arasına almışım :)


Çantadan kurtulunca gar çıkışında biraz ilerde köşedeki kocaman turist infoya gidip ne kadar zamanımın olduğunu ve listemdeki yerleri gösterip neler yapabileceğimi sordum. Bana bu kadar zamanda sadece şehir içindeki yerleri gezebileceğimi söyleyip bilgi verdiler ve 24 saatlik Copenhagen kartı önerdiler. Bu kartla hem pek çok müze ve eğlence yerine ücretsiz girilebiliyor hem de toplu taşıma ücretsiz. Sonra ben Şekspir'in Hamlet'inin geçtiği kale olarak bilinen Kronborg ve yaşayan bir modern sanat müzesi olan Louisana'yı da görmek istediğimi söyleyince o iki yer ve şehir içindeki şatoların sadece bahçelerine gitmem üzerine orta yolu bulduk :)


Tekrar trene atlayıp Kronborg'e doğru yola koyuldum, trenle yol yaklaşık 40dk sürüyor. Şatoya gezmeye gelen isteyen herkesi belli turlarla gezdirip bilgi veriyorlar. Ben de bilgi masasından dendiği gibi şato ortasındaki boş alandaki gruba katılıp gezmeye başladım. İlginç bir şekilde anlatılan hikayeler ve anlatış tarzı sanki o zamanlar oradaymış hissi verecek şekildeydi. Tabi sonradan anlaşıldı(anladılar ve beni gönderdiler) ki ben yanlış gruba katılıp Almanya'dan gelen öğrenci grubuna katılmışım ve onların özel turuna katılmak yasakmış :(. Neyse öğrendiğim kardır diye kendimi avutup turun ortasında diğer ufak turu yakalayıp onlarla devam edip daha sade bir anlatımla kale gezisini tamamladım. Böyle grup bulursanız çaktırmadan kulak kabartıp dinlemek lazım :). Şato görsel olarak gezilen süslü saraylar gibi değil ama bulunduğu konumu çevresinin denizle çevrili olması yüksek duvarlarıyla çok ihtişamlı değişik hissettiriyor. Benim gibi tek günde gidince yorgunluğuna çok değiyor diyemeyeceğim ama şehre gidildiğinde bir yarım günü kuzey tarafına ayırmak lazım.





Şatodan ayrılınca tekrar trene binip buradan daha güneydeki Louisiana sanat müzesine gitmek üzere yola çıktım, orası tren durağından biraz uzaktaydı gidiş yolu sevimli evler ve sokaklar sebebiyle yorucu gelmedi, yaşanılası sokaklardan fotoğraflar paylaşayım biraz da..


Louisiana sanat müzesi, müze olmasının dışında yaşayan bir yer üyelik sistemi ile gelip burada zaman geçiriyorlar. Restoranı, heykellerle süslü çimleri ve  muhtemelen yazın da denizi kullanılıyor. Ben de müze ve bahçesinde 3 saate yakın zaman geçirmiştim.






Müzeden merkeze döndüğümde İsveç'te okuyan ve oradan gelecek olan arkadaşımla buluşmamıza 2 saat vardı, bu 2 saatte de yıldız şeklinde toprağın üstünde bulunan kale Kastellet, ufak ve değişik görünen bir kilise, denizkızı heykeli olan ama heykeli farketmediğim limandan geçip, etrafı gezinerek Nyhavn'a ulaştım.

İtiraf etmeliyim Loisiana sonrası benim için bir "Kopenhag'a bir daha ne zaman gelirim gezineyim bakalım beğenecek miyim" şeklinde yorgunlukla gelen acılı bir geziş oldu, ama gördüklerimi beğendiğim için  pişman değilim. Sadece en azından ayarlayıp bir gece kalabilirmişim.

Nyhavn'a vardığımda sokak çalgıcıları eşliğinde gün batımı yaklaşıyordu, tüm günün aklımda bıraktığı ise bu şehir çok güzel tekrar gitmeliyim oldu :)
  






Arkadaşımla buluşup biraz daha etrafta gezindikten sonra Tivoli bahçelerine girdik, burası içerisinde restoranların ve eğlence merkezlerinin olduğu kocaman alana yayılı bir lunapark. Kopenhag'da görmek isteyip göremediğim, çünkü arayarak bulamadığım yer Christiana oldu, tabii sanıyorum ki geceye kalacağından o saatte bulmadığımız da iyi oldu. Bu kadar yorulmaya normalde hemen garın yakınında bir CS ev partisine gitmek de planımdaydı ama ilave edemedim, normalde planım gece biraz gidip orada sohbet muhabbet azıcık da dinlenip öyle havaalanına geçmekti. enerji o kadar sıfırlara yaklaştı ki kendime güvenemeyip gece 1 treniyle havaalanına uyumak üzere gitmeye karar verdim.






Artık havalimanına geldiğimdeyse yorgunluktan bitmiştim ve kendime uyuyacak yer bulma çabasına giriştim. Gece uçuş olmadığı için havalimanına giriş kısmında bekleme yapılabiliyordu, orada nispeten güvenli görünen boş koltukları seçtim kendime, 4-5 saati orada geçirecektim ve biraz kestirdim. Uyur gibi yapıp selfie örneği de fotoğraftaki gibi :D.

Sabah olunca yeni bir şehir (hatta yeni bir ülke) daha görecektim. Bir sonraki gün için ipucu verirsem de bir günde 3 ülkede bulunmayı içermekte!

Gün gün anlattığım Kuzey Avrupa gezimin ilk günü ve ikinci günü için linkleri tıklayabilirsiniz.

8 Haziran 2017 Perşembe

11 günde tek başına gezilen 5 Kuzey Avrupa ülkesi- 2. gün Malmö

Sırt çantasına konulan 6 günlük eşya ile asıl maceram sabah Malmö'ye gitmek üzere tren istasyonuna gitmemle başladı. Treni beklerken yüksek sırt çantasının avantajını kullanıp makyajımı yaptım (:

Bir makyaj masası olarak sırt çantası
Bir gün önce gezerken yeme içme işini unutup sonra bir anda deli gibi aç susuz kaldığımı farkedince trende acıkmadan kafenin yerini bulayım dedim ve ne olur ne olmaz biri gazlı iki su alıp yerime geçtim ve yaklaşık 4,5 saat sürecek yolculuk başladı... İsveç'teki bu şehirlerarası trende daha önce Almanya, Holllanda ve Belçika'dakinin aksine koltuklar numaralı bizim İstanbul-Eskişehir hızlı treni gibi. Ben acıkınca yulaflı bisküvimi atıştırırken trendekiler ise klasik sağlıklı İsveçliler olarak evde hazırladıkları buğdaylı sütlü karışım, elma gibi yiyecekleri tüketiyorlardı. yolculuk sona erdiğinde 13:40 gibi Malmö'ye vardım. Tren istasyonundan  gezilecek tek yer olarak düşündüğüm şatoya(Malmöhus) giderken önce büyük Kungsparken parkında gezdim.



Parkta niye olduğunu anlamadığım ağaç dibine sanki bir mezarmış gibi çiçek bırakma geleneğini gördüm. Parkta değişik ağaçlar, sevimli kuşgillerden serbest gezen hayvanlar doğal bir parkta görmesi normal ama Türkiye'de özellikle de İstanbul'da bir parkta görmesi zor şeylerle dolu.


Parkta gezinip ilginç bir şey bulamadıktan sonra gezilecek tek yer olduğunu düşündüğüm Malmöhus şatosuna girdim. Şatodaki müzede tadilat olduğu için giriş ücretsizdi. İçeride 1860'larda işkence edilip öldürülen insanlarla, 1640'lardaki Danimarka-İsveç savaşı ile ilgili tarihi kısımlar bulunuyordu.

Malmöhus ile
Ama müzede benim ilgimi en fazla çeken yer oyuncak müzesi kısmıydı, yer yer kulaklıkla o bölümdeki oyuncakları dinliyoruz. Kız-erkek oyuncakları ayrımını anlattığı kısım da çok hoşuma gitti. Müzedeki oyuncakların bir kısmını görünce artık elimde olmayan ve bende olduğunu çoktan unuttuğum oyuncaklar beni çocukluğuma götürdü.
Metal oyuncak parçaları

Tren Seti

Bebek evi
Kağıttan bebekler


Müzeden sonra Lilla Torg'da Cam'in arkadaşı Louise ile buluşup bu sefer de ballı peynirli cevizli Malmö sandviçi ve yanına bol salata yedikten sonra hava da çok kötü olduğu için şehirde daha fazla dolanmadan eve doğru yola koyulduk.

Lilla Torg
Yolda harika şirinlikte büyüklü küçüklü bahçeli evler, deniz kenarında olan en lüksleri, aynı model olan kopyala yapıştır site villaları, prizmatik tek katlı minimalistler eve giden yol boyunca uçsuz bucaksız gibi duran yeşil alanlarda güzel görüntülerdi. Malmö'de diğer meşhur yapı olan Turning Turso binasını ve bu bölgede nispeten(10-15 yıllık) yeni yerleşim alanını da gördüm.




Yolda villalardan sonra Öresund Köprüsünü gören bir yerde durup İsveç ve Danimarka'yı birbirine bağlayan bu köprü ile fotoğraf çektirdim.
Öresund Köprüsü
Ve sonunda yollarda gördüklerim kadar güzel, yeşilliğin ortasında, bu geceyi geçireceğim iki katlı villaya geldik.Gene harika şirinlikte odama eşyalarımı bıraktım ve Louise bana evi gezdirdi, evde yaptırdıkları tadilata kadar anlattı. Yemek hazır olana kadar şarap yanına peynirli salamlı üzümlü süslü tabağımız da hazırdı. Lazanya pişerken ve çocuklar ve evin babası gelene kadar güzel sohbetimiz oldu. Mesela üç çocuğa rağmen kocaman evin tüm işini şu aralar çalışmadığı için kendi hallediyormuş. İki ufaklığa kendi dağıttıkları oyuncaklarını toplatmayı bir kere söyleyerek ve herhangi bir ödül vermeden başarmış olması da ayrıca takdirlikti. Avrupalıların böyle yabancı dostu ve sıcakkanlı olanlarını çok seviyorum :). Sonra evin diğer 4 üyesi de geldi lazanya üzerine de tatlı ve uykuya geçiş. Vee bir sonraki gün yaklaşık 24 saat ayakta geçecek! Dinlenmek gerek.
Geceyi geçirdiğim misafir odası
Misafir odasının sevimli bir köşesi
Sabah ailecek mısır gevrekli ve meyveli yoğurtlu kahvaltımızı edip, bahçede çocuklarla biraz vakit geçirdikten sonra beni tren istasyonuna bırakmalarıyla bu tatlı aileye veda ettim. Sırada Öresund köprüsünden Kopenhag'a geçiş ve upuzuun bir gün var...

Evin iki ufaklığı sabah herkes hazır olana kadar bahçede takılırken









22 Mayıs 2017 Pazartesi

11 günde tek başına gezilen 5 Kuzey Avrupa ülkesi- 1. gün Stockholm

3 yıl önce bir gezi planladım, tek başıma İsveç, Danimarka, Letonya, Estonya ve Finlandiya'yı içeren ve 11 günde tamamlanacak bir gezi. Gezi süresince instagram hesabımdan yaptığım az miktardaki paylaşımım bile ciddi merak uyandırmıştı, ancak o zamandan beri bir türlü vakit bulup da notlarımı toparlayıp bir yazı yazamadım. Yaklaşık 20 aydır (düğün hazırlıklarına girdiğimizden ve evlendiğimizden beri) yurtdışı gezisi yapmayıp, hatta gezmesi böyle yoğun geçen tatiller de yapamadığım için bari eski gezileri yazmaya başlayayım da o günleri hatırlayayım dedim.

Yalnız başıma yaptığım ikinci gezi olan bu Kuzey Avrupa turum, 2014 yılında 23 nisan-3 mayıs arasında 5 ülke ve 6 şehire gerçekleşti. Schengen vizesini ise gidiş dönüş THY uçuşu ile Stockholm'den olduğu için İsveç'ten almıştım, bir önceki schengen'im 3 ay olup, bu seferki başvuruda 6 ay verirler umuduma rağmen bana sadece 12 günlük tek girişli vize vererek umarım bir daha o ülkeden vize almak zorunda kalmam dedirtip kızdırmıştı. Schengen vizesinde Yunanistan favorim kalmaya devam ediyor.

Tatil öncesi hazırlık yaparken gideceğim ülkelerde farklı para birimleri olduğu için euro ile beraber İsveç kronu ve az miktarda Danimarka kronu da almıştım. Çok seyahatli bir gezi olacağı ve seyahat boyunca zamanım kısıtlı olacağı için önden çoğu seyahati planladım. Stockholm'den Malmö'ye tren bileti, Kopenhag-Riga-Tallinn uçuşu ve Tallinn-Helsinki feribot biletimi önceden aldım. Malmö Kopenhag arası ülke geçişi olsa da aslında sadece bir köprü geçmek olduğu ve bir çok insanın evi Malmö'de işi Kopenhag'da olması sebebiyle trene biniş öncesi bilet alınıp geçilebilecek şekilde. Ancak diğer bileti erken almasaydım fiyatı çok artacaktı. Helsinki'den Stockholm'e geçiş için de feribot mu uçak mı kararımı tek başıma fiyatların yaklaşık aynı olması o feribot çekilmez düşüncemle uçak olarak kullanıp Stockholm'e gittiğim günün akşamı telefonumla internet üstünden restoranda yemeğimi beklerken aldım. Normalde o geçiş 30 Nisan akşamına yani kuzeylilerin meşhur Walpurigs gecesine denk geliyor diye feribot güzel olabilir diye düşünmüştüm ama sonradan fikir değiştirdim, zaten sonradan farkettim ki Walpurigs'te Helsinki'de kalıp sabah Stockholm'e dönüş daha mantıklı olabilirmiş. siz bu tarihlerde oralarda olursanız 30 Nisan akşamını Helsinki'de geçirin :)

Walpurgis kıyafetleri içersinde üniversite öğrencileri

23'ünde sabah Türkiye saatiyle 8:15'te kalkacak uçak için 6 civarı havalimanına varıp o zamanlar havaalanlarındaki en çok sevdiğim yer olan prime class lounge'da yerimi alıp süper bir kahvaltı hazırlayıp kendimi uçuşa hazırladım :)

Uçuş sonrası yerel saatle 11:15 gibi Stockholm Arlanda havalimanına inişle birlikte altından nasıl kalkacağımdan emin olamadığım heyecanlı gezim başladı. Aşağıdaki fotoğraf Stockholm havalimanı tuvaletinden bu gezi için aldığım biricik The North Face çantamla ve görüntüye giren İsveçli kızla birlikte..


Havaalanından bizdeki Havataşlar gibi Flygbussarna'lar var, makinadan 120 SEK'e ( o zamanın parasıyla 13 euro, 40 TL'ye denk geliyormuş ama bir süre sonra bu ülkede hesabı bırakmak gerekiyor) biletimi alıp otobüse bindim. Otobüse girişte bileti okutup o zaman çok takdir ettiğim prizli rahat koltuklarda yerimi aldım. Bu otobüste evcil hayvan görünce şaşırmıştım ama sonradan belediye otobüslerinde bile tasmalı tasmasız boy boy köpekleri görünce şaşılacak bir şey olmadığını öğrendim. Neyse şehir merkezine ulaşım ise bu özel otobüslerle yaklaşık 20 dk sürüyor. Oradan da arkadaşımın babası Per beni alıp kalacağım eve bıraktı. Fazla vakit kaybetmeden trene atlayıp kendimi Gamla Stan'a attım. Bu arada şehir içi kısa mesafe bileti 5 binişlik 100 SEK.



Gamla Stan'ı gezerken yanında gezilen yerlerle ilgili hikayeler anlatan biriyle gezmenin orayı anlamlı kıldığını farkettim, bir önceki yıl 2013'te Belçika'yı Belçikalılarla gezmiştim, bir yazı da o geziyle ilgili yazdığım zaman detaylı anlatırım. 1986 yılında suikasta kurban giden başbakan Olof Palme'nin öldüğü binanın önünden geçerek, Stockholmlü arkadaşımın önerdiği Pastis'i(Baggensgatan caddesi 12 numara) aranırken dar sevimli sokaklarıyla Gamla Stan'da kendimi kaybettim. İsveç'te "lunch" kavramı çok önemli, aynı yemeği genelde 3'e kadar öğle yemeği menüsü adı altında daha uyguna ya da yanında yan yiyecek ve içecekle almak mümkün oluyor. Pastis'i  bulduğumda saat 3'ü geçmişti artık akşam yemeği hazırlığına girdikleri için orada yiyecek bir şey bulamadım. Gezi sonrası keşfim bu saatlerde İsveç'te yenilebilecek en güzel şey yanına yeşillik koydukları sandviçler, nehir kenarında Mazzarini(Kornhamnstorg 61) diye İtalyan tarzı sandviçleri olan bir kafede 65 krona focaccia ile  karnımı doyurdum, masa altındaki prizler sayesinde şarjımı tazeledim tekrar gezmeye hazırdım. Hava güneşli ama bol esintili, tek başına gezmenin ödülü nadir düzgün çekilmiş fotoğraf ve genelde selfieler...


Gamla Stan'dan alışveriş için olan bir çok mağaza ve pasajlar barındıran Östermalm bölgesine geze geze vardım. Burada şehre ilk vardığımda da beni çok şaşırtan her şeyin çok eski görünmesi, hatta 80'li yılların türk filmleri gibi hissetirmesi. Örnek olarak aşağıdaki fotoğraftaki bina ve yazıları verebilirim.



Östermalm'da dolaşırken arkadaşım işten çıktı ve beraber gün batımı saatlerinde bir şehir turu attık. Bu şehrin en güzel göründüğü saatler kesinlikle bu alacakaranlık zamanları. Bir şekilde daha gezinin ilk gününde bozulmaya karar veren ufak canon fotoğraf makinem beni telefona muhtaç bıraktı, o yüzden gece fotoğrafları biraz sıkıntılı :(.


Şehirdeki ufak turdan sonra yemeğimizi yemeğe bir restorana gidiyoruz, yemek lezzetli ama benim asıl bayırdığım yemek öncesi gelen sıcak ekmek ve tereyağı oldu. Ana yemeği bahşişle beraber ortalama 200 krona yedik, içme suyu her yerde ücretsiz olarak servis ediliyor.


Yemek sonrası eve dönüyoruz, asıl gezim olan bol seyahatli kısım bir gün sonra 24 nisanda başlıyor. Bavulumu arkadaşım Cam'in Stockhom'deki evinde bırakıp sırt çantamla yollara düşme günü!