Sırt çantasına konulan 6 günlük eşya ile asıl maceram sabah Malmö'ye gitmek üzere tren istasyonuna gitmemle başladı. Treni beklerken yüksek sırt çantasının avantajını kullanıp makyajımı yaptım (:
|
Bir makyaj masası olarak sırt çantası |
Bir gün önce gezerken yeme içme işini unutup sonra bir anda deli gibi aç susuz kaldığımı farkedince trende acıkmadan kafenin yerini bulayım dedim ve ne olur ne olmaz biri gazlı iki su alıp yerime geçtim ve yaklaşık 4,5 saat sürecek yolculuk başladı... İsveç'teki bu şehirlerarası trende daha önce Almanya, Holllanda ve Belçika'dakinin aksine koltuklar numaralı bizim İstanbul-Eskişehir hızlı treni gibi. Ben acıkınca yulaflı bisküvimi atıştırırken trendekiler ise klasik sağlıklı İsveçliler olarak evde hazırladıkları buğdaylı sütlü karışım, elma gibi yiyecekleri tüketiyorlardı. yolculuk sona erdiğinde 13:40 gibi Malmö'ye vardım. Tren istasyonundan gezilecek tek yer olarak düşündüğüm şatoya(Malmöhus) giderken önce büyük Kungsparken parkında gezdim.
Parkta niye olduğunu anlamadığım ağaç dibine sanki bir mezarmış gibi çiçek bırakma geleneğini gördüm. Parkta değişik ağaçlar, sevimli kuşgillerden serbest gezen hayvanlar doğal bir parkta görmesi normal ama Türkiye'de özellikle de İstanbul'da bir parkta görmesi zor şeylerle dolu.
Parkta gezinip ilginç bir şey bulamadıktan sonra gezilecek tek yer olduğunu düşündüğüm Malmöhus şatosuna girdim. Şatodaki müzede tadilat olduğu için giriş ücretsizdi. İçeride 1860'larda işkence edilip öldürülen insanlarla, 1640'lardaki Danimarka-İsveç savaşı ile ilgili tarihi kısımlar bulunuyordu.
|
Malmöhus ile |
Ama müzede benim ilgimi en fazla çeken yer oyuncak müzesi kısmıydı, yer yer kulaklıkla o bölümdeki oyuncakları dinliyoruz. Kız-erkek oyuncakları ayrımını anlattığı kısım da çok hoşuma gitti. Müzedeki oyuncakların bir kısmını görünce artık elimde olmayan ve bende olduğunu çoktan unuttuğum oyuncaklar beni çocukluğuma götürdü.
|
Metal oyuncak parçaları |
|
Tren Seti |
|
Bebek evi |
|
Kağıttan bebekler |
Müzeden sonra Lilla Torg'da Cam'in arkadaşı Louise ile buluşup bu sefer de ballı peynirli cevizli Malmö sandviçi ve yanına bol salata yedikten sonra hava da çok kötü olduğu için şehirde daha fazla dolanmadan eve doğru yola koyulduk.
|
Lilla Torg |
Yolda harika şirinlikte büyüklü küçüklü bahçeli evler, deniz kenarında olan en lüksleri, aynı model olan kopyala yapıştır site villaları, prizmatik tek katlı minimalistler eve giden yol boyunca uçsuz bucaksız gibi duran yeşil alanlarda güzel görüntülerdi. Malmö'de diğer meşhur yapı olan Turning Turso binasını ve bu bölgede nispeten(10-15 yıllık) yeni yerleşim alanını da gördüm.
Yolda villalardan sonra Öresund Köprüsünü gören bir yerde durup İsveç ve Danimarka'yı birbirine bağlayan bu köprü ile fotoğraf çektirdim.
|
Öresund Köprüsü |
Ve sonunda yollarda gördüklerim kadar güzel, yeşilliğin ortasında, bu geceyi geçireceğim iki katlı villaya geldik.Gene harika şirinlikte odama eşyalarımı bıraktım ve Louise bana evi gezdirdi, evde yaptırdıkları tadilata kadar anlattı. Yemek hazır olana kadar şarap yanına peynirli salamlı üzümlü süslü tabağımız da hazırdı. Lazanya pişerken ve çocuklar ve evin babası gelene kadar güzel sohbetimiz oldu. Mesela üç çocuğa rağmen kocaman evin tüm işini şu aralar çalışmadığı için kendi hallediyormuş. İki ufaklığa kendi dağıttıkları oyuncaklarını toplatmayı bir kere söyleyerek ve herhangi bir ödül vermeden başarmış olması da ayrıca takdirlikti. Avrupalıların böyle yabancı dostu ve sıcakkanlı olanlarını çok seviyorum :). Sonra evin diğer 4 üyesi de geldi lazanya üzerine de tatlı ve uykuya geçiş. Vee bir sonraki gün yaklaşık 24 saat ayakta geçecek! Dinlenmek gerek.
|
Geceyi geçirdiğim misafir odası |
|
Misafir odasının sevimli bir köşesi |
Sabah ailecek mısır gevrekli ve meyveli yoğurtlu kahvaltımızı edip, bahçede çocuklarla biraz vakit geçirdikten sonra beni tren istasyonuna bırakmalarıyla bu tatlı aileye veda ettim. Sırada Öresund köprüsünden Kopenhag'a geçiş ve upuzuun bir gün var...
|
Evin iki ufaklığı sabah herkes hazır olana kadar bahçede takılırken |