30 Mart 2009 Pazartesi

Einstein And Eddington

Film özet ve başarılı bir şekilde, nasıl bilim adamı olunduğunu gösteriyor. Benimse sonlara doğru, dönem sonuna geldiğim halde pek bir şey yapmadığım bitirme çalışmamı aklıma getirerek canımı sıktı... Ancak bilime fiziğe birazcık meraklı olanların seveceği ilgisi olmayanların ise sıkılacağını düşündüğüm bir tv filmi...

Her yıl değişik dallarda blog ödülleri veriliyormuş http://2009.blogodulleri.com/ sitesinden başvuruluyor.... Oradan hareketle geçen yılın eğlence birincisi ve ordaki linklerden bir blogtaki tasarımdaki fikri beğendim, sonra baktım ki dolu hazır şablon var :), ama bir gün çok fazla boş vaktim olduğunda ben de kendime özgü bir tasarım yapmak istiyorum. Ayrıca bu seneki blog ödüllerinde "kişisel bloglar" kategorisinde adayım...
Ayrıca değiştirilmiş ilginç görsel paylaşımları nedeniyle http://bobiler.org/ve oradan birkaç çalışmayı buraya koyayım dedim...

Samsun'da Haftasonu

Haziran ortalarına kadar gelmeye vakit bulamayacağımı bilerek belki de lisans hayatımda son kez Samsun'a geldim. 2 ay önce uçak biletini alırken amacım hem dönem ortasında ailemi görmek hem de burada oy kullanmaktı, ancak meğerse biz yurtlarda kalırken ikametgahımızı oraya almışlar ve oy yerim Reşitpaşa'daymış. Babam yanlışlık yoktur kontrole gerek yok demişti diye ben de hiç bakmadım acaba oy yerim neresi diye sonra bir baktım ki Samsun'da değil artık yaşadığım yer....

Neyse oy kullanamadan ve saatin 02:59ken birden 04:00'a döndüğü birden hayatımdan 1 saatin yok olduğunu gözlediğim, yazlığa gidip kış mevsiminde güneşin denizin sakin pırıl pırıl halini gördüğüm bir gün geçirdim.


Aşağıya eklediğim sayaçtan da (eğer sayaç gerçekten çalışıyorsa tabi) sayfamı benim dışında insanların da açtığını görüp mutlu oluyorum, acaba yazdıklarım ne kadar okunuyor merak ediyorum, okuyorsanız birkaç kelime bir şey yazın ya da en azından çarpı atın alttaki 4 şıktan birine :p


Bir de bugün peşpeşe izlediğim Richard Linklater'ın Before Sunrise ve Before Sunset filmlerini kayıtlı hale getireyim. Filmleri peşpeşe izledikten sonra, sitesindeki videonun etkisiyle bu filmlerden haberim olmasını sağlayan blogtan filmlerle ilgili tavsiye ve yorumları takip etmeye karar verdim... Filmleri beğendim ama sadece izledim takılmadım sevdiğim şeylere ve onlar şimdi aklımda değil, tekrar izlemeyi gerektiren ve insanı dinlendiren filmler


Güzel bir gündü bugün... Seçim sonuçları da hemen hemen belli, ne kadar iyi olacak bizler için bilmiyorum, yorum da yapmıyorum göreceğiz neler olacak; ancak itirazlar tartışmalar en az 1 hafta sürecek gibi.... Benim derdim okulum şimdilik, perşembe mobil var ve gene son güne kalacak bir vize olacak sanırım, neyse kısmet...
dznlm: Richard Linklater'in filmlerine baktığımda The School of Rock (2003) 'ı izlediğimi ve o filmi saçma sapan olmasına rağmen bir sürü ayrıntısı nedeniyle sevdiğimi hatırladım... Bu filmin başrol oyuncularının da sonradan yönetmenliğe merak saldığını öğrendim. Julie Delpy'in çektiği 2007 yapımı 2 Days in Paris de izlemeye değerdi... İzlemek istediğim film ise 2008'de Fatih Akin ve Yvan Attal yönetiminde çekilmiş New York, I Love You ...

24 Mart 2009 Salı

Bağımlılık

Bahsedeceğim bağımlılık öyle alkol, sigara, uyuşturucu gibi direkt insan vücuduna olumsuz etki yapan bir bağımlılık değil. İnternet bağımlılığını anlatacağım kendimce, tabi internet-bilgisayar bağımlılığından ölen var mı bilmiyorum ama ağır zarar görmüş pek çok insan vardır (aklıma Ben_X filmi geldi şimdi).

Bendeki internet bağımlılığı ne boyutta diye düşündüğümde internetle ilk tanıştığım 1998-1999 seneleri aklıma geliyor, ilk başlarda disney.com'daki oyunlar ile icq-mirc ikilisinde "chat" yapmak için interneti kullanıyordum. Sonradan biraz bilgim olsun ki bilgisayarımdaki bilgilere ulaşmasınlar diye amacım "hacker" olmaktı; ancak eskiden fazla türkçe site olmaması ve benim ingilizce kaynaktan anlayacak düzeyde olmamam nedeniyle bu "hacker"lık macerasına illegal cd'ciden aldığım (yanlış hatırlamıyorsam) "Hacker'lık El Kitabı" cdsinden bakıyordum, sonra baktım ki sırf bu işle uğraşan insanlar var dedim benim işim gücüm bunlar olamaz, bıraktım :D

2004 sonlarına kadar icq'yu hep kullandım hatta numaram da hala ezberimdedir duruyo mu bilmem ama 73069395... 2005te yurtta kalmaya başladıktan sonra bağımlılığım windows messenger olarak değişti, sonradan forumlarda takılmaya başladım, önce teknikforum sonra itükampüs.... Bu aralarda belki başka bağımlı olduklarım da vardır ama aklıma gelmiyorlar. 2007'de ise facebook yeni ilgi alanımdı. Şu aralar da değişik bloglara bakınıyorum, ama sanki bundan çabuk sıkılacağım gibi duruyor, göreceğiz bir sonraki internet bağımlılığım ne olacak?...

23 Mart 2009 Pazartesi

Çanakkale'de Pazar

Şimdilik sadece paylaşım için rektörümüz Prof.Dr.Muhammet ŞAHİN ile olan fotoğraflarımızı ekledim, ileride belki bir şeyler yazarım...



düzenleme...


Cumartesiyi pazara bağlayan gece 00:20 sularında maslak kampüsünden ayrıldık...
Bir denizcilik fakültesi kadar (yol boyu göbek attılar diye tahmin ediyoruz bir ara bizi sollarken gördük) eğlenceli geçmese de biz de kendi aramızda eğlendik, molaya kadar uyumadık. 550 itülü tüm gezi boyunca sadece bu mola yerinde bir aradaydı, ama orda da fotoğraf çekmek akla gelmedi sanırım. Moladan sonra ben diyeyim bir saat siz deyin bir buçuk saat uyuduk, sonra saat 5buçuğa doğru yağan dolu ile uyandık Gelibolu'ya varmışız. Otobüsten indiğimizde yanımızda deniz güneşin doğma saatleri olduğundan aydınlanan gökyüzü, neyse uzatmayayaım fotoğrafı koyayım.

Gezi boyunca Gelibolu yarımadasını gezdik, Eceabat'tan başlayarak. Eceabattaki tek katlı evlere bayıldım, ama arabada olduğumuzdan fotorafını çekemedim. Rehberimiz çok iyiydi,yani en azından gittiğim geziler içinde bir şeyler bilerek anlatan tek rehberdi, herkes memnun kaldı diye düşünüyorum, sadece belki biraz fazla tarafsızdı şehitler abidesi dışında duygulandırıcı konuşma yapmadı. Ama zaten o bölgeye gidip ağaçsız ya da tek tük ağaç kalmış toprakları, savaşın geçtiği yerleri ve 15 ile 25 yaşları arasında şehit olan askerlerimizi düşününce konuşmaya gerek kalmıyor.

Kısacası 4 yıl önce gittiğim ile bu seneki çok farklıydı, o zaman ne Eceabat ne Kanlısırt ne Conkbayırı görmüştük, sadece Şehitlik Abidesi'ne yürüyerek çıktığımız için savaşılan alanlarda yürümüş olmuştuk. Gerçi o zaman fazladan Çanakkale'ye gitmiş oradaki törenlere katılmış yaşlı başlı amca ve teyzeleri görmüştük, bir de Abide çevresi çok kalabalıktı her yaştan insanı orada da görmek mümkündü.

İyiki gitmişim diyorum hava kötü diye vazgeçeyazmalarıma rağmen ve zaman zaman gidip görmek gerek bu toprakların değerini daha iyi anlayabilmek adına.

12 Mart 2009 Perşembe

Tek çocuk ve kardeş


Bugün konuşuyorduk da aklıma geldi tek çocukken nasıl olunuyordu diye... Bir kere evdeki en sevimli tek varlık olduğun için istediğin her şey yerine geliyor, evin en güzel odasını kapabilme ve içini istediğin gibi döşeme hakkına sahipsin hem de tek başınasın... Arada ilgi azaldığında bir de çalışan anne-baba'nın çocuklarına ayıramadığı vakti kullanarak biraz şımarıklık ve kapris özellikleri yerleşiyor Bu dönemde bir de evde melek gibi bir bakıcın varsa her dediğini yapan nasıl istersen öyle oyun oynayan problemsiz arkadaş yani... Böylece gerçek arkadaşlara alışmak da zaman alıyor, özellikle küçükken yapılan en önemli aktiviteye oyuna uzun süre dayanamayıp gün içinde sürekli kavgayla geçiyor.... Ortaya bencil, şımarık, kaprisli, kimseye uzun süre katlanamayan biri çıkıyor. Ama bir kardeş geldiğinde sırayla anneni, babanı, oyuncaklarını, sonra belki odanı, kıyafetlerini vs paylaşmak zorunda kalıyorsun uzun süre zor geliyor ama tek çocuk olmaktan gelen kötü özellikler yavaş yavaş kaybolur, işte bir kardeşin büyüyene kadar getirdiği en önemli konu bu... Büyüyünce de beraber büyüdüğün her şeyini iyisiyle kötüsüyle bildiğin bir insana sahip oluyorsun, zorluk çektiysen beraber üstünden geldiğin mutluluklara beraber sevindiğin... İyiki bir kardeşim olsun diye yalvarmışım diyorum şimdi, tek çocuk olmak yalnızlık... Arada şımarmak için de anneanne-dede-dayı-teyze-hala-amca varsa daha ne? :)

Kısa Saç


Katie Holmes saçını uzatmış, bence kısa saç cesaret ister herkese yakışmaz, ama Katie Holmes o kadar güzel taşıyor ki kısa saçı insanın gidip kestiresi geliyor... Ben de biraz yaşlanınca kestirmeyi düşünüyorum, ne de olsa yaşlanınca saçlar da cansızlaşıyor, bir de beyazlarsa mecburen 15günde bir boyatmalar derken, el mecbur :p Katie'nin uzun saçlı hali ise çok sıradan, bence eskiye döndüğü bu haliyle potansiyeli saçlarının arkasında kalıyor :)

Mühendishâne Muhabbetleri

Bugün Dil Tarih Kulübü'nün düzenlediği geleneksel(miş) Mühendishâne Muhabbetlerine katıldım. Genel konu tarihimizin en tartışmalı ama tartışılamayan bir kesiti, Atatürk dönemi...

Benim gitme sebebim ise tamamen, tarih derslerimin ikisini de aldığım ve itüdeki en severek dinlediğim hocalardan biri olan Seda Bayındır Uluskan'ı tekrar dinlemekti, konuya bile bakmadan gittim. Seda hocanın büyülü sesini, dış devletlerin silahsızlanma kararı aldıkları ancak nasıl daha fazla silahım olur diye düşünüp ve bir taraftan silah depoladığı dönemde, ulu önderimiz Mustafa Kemal'in yaptığı kültür çalışmaları ağırlıklı olarak bir saat dinledik, biz fazla konuşmadık bugünlük böyle oldu ama zaten ben de dinlemeye gitmiştim :). Anlatılanların bir çoğunu derste dinlemiştim ama tekrar dinlemek sıkmadı. Geöen 1 saatin sonlarına doğru odadaki herkes hocamızın üstüne basa basa gerçek bir hikaye olduğunu önceden söylediği bir olayda koptu (ne süper dimi hikayeyi unuttum)... Aklıma gelirse tekrar düzenler yazarım artık uyumalıyım, blog vaktim dolmuş benim :p Bir diğer büyüleyici ses tonuna sahip Türkçe hocamız Suna Okur gelse de onu da dinlesem...

edit: Seda hocanın türk insanının klasik müziğe, baleye, operaya bakışıyla ilgili olarak anlattığı öyküyü hatırladım...
1930'lu yıllarda Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası'nın anadoluya tanıtılması amacıyla çıktığı turnenin Sivas durağında bir konser verilir. Sonraki gün orkestradakiler gazeteciler eşliğinde esnafı dolaşırken orkestradakilerden biri en önde izlediği ve konser boyunca bakıştıkları için tanıdığı bir vatandaşa: Konseri nasıl buldunuz? diye sorar bunun üzerine adamcağız, sağına soluna ürkekçe bir göz attıktan sonra sessizce: 'Valla beyefendi, Sivas, Sivas olalı, Timurdan beri böyle zulüm görmedi!' diye cevap verir.

10 Mart 2009 Salı

Başarının formülü

1. Toplum huzurunda konuşma. Toplumun önünde; birkaç veya binlerce kişi karşısında net ve ikna edici konuşabilmek. Etkili konuşmacılar her zaman kendinden emin, özgüven sergileyen ve etrafında bulunmaktan zevk alınan kişilerdir. İyi konuşabilmek, herhangi bir ürünü, fikri, ideolojiyi, dünya görüşünü aşılayabilme veya kabul ettirme ve satabilme yetisidir.
2. Yazışma. İyi yazışma yeteneği de iyi hitap etmenin avantajlarını aynen sağlıyor. İyi yazışabilme sadece dil bilgisi ve becerisi ile bağlantılı değildir. Bireyin düşüncelerini tutarlı ve yapısal olarak doğru aktarması ve hitap edeceği kesime göre uyarlaması gerekir. İyi yazışma iş hayatınıza, eğitim hayatınızda birçok kapının açılmasında etken olacak en önemli anahtarlardan birisidir.
3. Kendini yönetebilme. Başarı, etkin eylemle ilişkilidir. Nereye, ne zaman odaklanacağını bilmek ve disiplin çok önemlidir.
4. Çevre oluşturma (Networking). Oluşturduğunuz çevre sadece iş bulmak veya müşteri bulmak için değil, yaratıcılıkların yer bulduğu bir ekonomide, fikirlerinizi yaymak için de çok önemlidir. Özenle geliştirilen çevre kişisel ilişkilerle sınırlı kalmayacak, topluluğa hitap edecektir. Bu tarz etkileşimler yeni yaratıcılıkların yolunu açacak ve yeni fikirlerin oluşmasına yardımcı olacaktır.
5. Eleştirisel ve yapıcı düşünce. Günümüzün genç nesli her gün binlerce bilgiye maruz kalıyor. Bu bilgileri irdelemek, değerli olanlarını önemsiz olanlardan ayırt etmek, anlamını kavrayıp analiz etmek ve başka bilgilerle bağlantısını kurmak günümüzde zorunlu. Eleştirel ama yapıcı düşünce, bireylerin birbirinden farklılığını en belirgin şekilde gösterir.
6. Karar alma. Analizle eylem arasındaki en önemli köprü karar verebilme yeteneğidir. Eleştirel olmamak nasıl tehlikeliyse çok fazla ince eleyip sık dokumak, daha fazlasını istemek de aşırılık olur. Konuyu zamanında kavrayıp bilgiye dayalı karar alabilmek son derece önemlidir.
7. Matematik. Başarı için herkesin türev almayı bilmesi zorunlu değildir. Ancak sayılarla aklınızdan hızla çalışabilmeli, sonuca yakın tahminlerde bulunabilmelisiniz. Günümüzde birleşik faiz ve temel istatistiksel bilgileri de anlayabiliyor olmak, farklılık yaratacak başka bir unsur olarak ön plana çıkıyor. Tüm bu beceriler bireye bilginin daha iyi analizi ve daha iyi karar alabilme yetisini sağlıyacaktır.
8. Araştırma. Herkes her şeyi veya her konuda biraz bir şey bilemez. Ancak, bilinmesi gerekene en kısa yoldan ulaşmak son derece önemlidir. Bu da günümüzde interneti, kütüphaneyi etkin bir şekilde kullanabilmeyi gerektiriyor, bazı durumlarda da yukarıda sözü edilen network’ünüzü...
9. Dinlenme. Stres sadece öldürmekle kalmıyor; insanın yanlış kararlar almasına, yanlış düşünmesine ve sosyal ilişkilerinde sorunlar çıkmasına neden olabiliyor. Çok çalışmak çok başarı demek değildir, tam tersine dinlenmeden çalışmak ihtiras demektir. Dinlenmeyi becerebilmek de aslında bir yetenek olan zamanını doğru planlamaktan geçiyor.
10. Temel muhasebe. Harcamalarınızı ve gelirlerinizi düzenlemeniz çok önemli. Artık bir projede harcadığınız vaktin elde edilen gelirle kıyaslanması bile çok önemli.

Hayal kurmak

Pek hatta neredeyse hiç hayal kurmam ben, ama bugün dedemin önüme koyduğu şans topu ile süper loto kuponlarında oynadığım tek kolonlar(C ve D) üzerine biraz hayal kurdum, ola ki büyük ikramiye çıkarsa diye...

Ne yaparım büyük bize vurursa, önce yazlık evin çatı katını babamın hayaline göre döşetirim, sonra dayımın ve teyzelerimin banka ağırlıklı borçlarını öderim, kuzenlerime istedikleri bir şeyi alırım ya da ilerde eğitimlerine destek olurum artık duruma göre bakarız. Sonra anneme bir araba alırım ya da alındığından beri benim arabam dediğini kendi kullanır babama en serisinden bir otomobil alırım. Kardeşime nişantaşı civarından bir ev, tabi kendi başka bir şey isterse onu; kendime depreme dayanıklı bir sitede stüdyo daire ile gelenleri ağırlamak için bir villa alır, hemen ingiltere ya da amerikaya dil kursuna giderim... Tanımadığım ihtiyacı olan pek çok insan var ama onlardan önce aile geliyor, baba tarafı çok kalabalık olduğundan böyle özel konularda bilgim yok bakarım kimin neye ihtiyacı var ona göre yardım yaparım... Geleceğimizi de garanti altında alacak bir miktar parayı ayırdıktan sonra kalanını ve/veya her ay gelen faiz gelirini ihtiyacı olanlara özellikle de en çok üzüldüğüm kesim olan asgari ücretle ya da daha azıyla aile geçindirmeye çalışan insanlara yardım ederim... Aslında bunları yazarken düşünüyorum da asıl zenginlik aile ve dostlar, onlar olmasa para ne işe yarar ki...

Ne güzelmiş hayal kurmak, mutlu oldum şimdi dünkü can sıkıntım uçtu gitti :)

9 Mart 2009 Pazartesi

Son Sınıfta Olmak 3

Vizeler yaklaşırken bitirme ile uğraşmazken bir sıkıntı başlar gelecek adına...

Düşündüm ki facebook'ta yazılan iletiler buharlaşıyor, buraya da yazayım kalıcı olsun... Az önce izlediğim filmin sonunu internette yüksek lisanslara bakarken kaçırmışım, daha doğrusu önümdeki televizyona gerekli dikkati veremedim. Sitelerde dolaşmaya başladıktan sonra KPDS'den çözdüğüm ilk 56 soruya baktım yanlış yanlış diye gidiyor, kelime bilgisi ölçen kısımda 15 soruda 11 yanlış, rezalet... Gerisine de baktığımda 56 soruda 28 (11+17) yanlış, geri kalan 44 soruda 7 yanlış yaparsam yüksek için yeterli(oh ne güzel). Eskiden konuşamıyordum ama en azından ingilizce testlerde başarılıydım şimdi testlerde ne haldeyim ortaya çıktı, gerçi biraz testlere bakarsam toparlayacağımı umuyorum. Ama moral indi sıfıra ve şu anda içinde bulunduğum gerçek hayat aklıma geldi, uğraşılması gereken bir bitirme çalışması ile haftaya başlayacak vizeler, bir de bu hafta bir kısa sınav OKS'den... Gene sıkıldım okul hayatından ama biliyorum ki şu ingilizce olayını halletmeden (en azından lisansa başladığım hale getirmeden) geçmeyecek sıkıntılar.... Okurkenki dört yılda ingilizce bir şey okumamanın(itünün tek eksikliği bence) cezasını çekiyorum, kayıpsız atlatmayı diliyorum...
Bir de karikatür kara mizah tarzında, ingilizce öğrenme gerekliliğiyle ilgili... Bir de böyle videolar var, içi küfürlü ingilizce şarkıları arabada giderken ne olduğu anlamadıklarından ailecek söyleyenleri gösteren...

El Viento


Kızı ölen dede, hayatında ilk kez Buenos Aires'e gelir ve torununun yanında kalmaya başlar; bu süreçte torun dedesini tanırken ölen annesiyle ilgili de bilmediklerini öğrenmeye başlar. Dede bir yandan kızının evindeki teknik arızaları tamir ederken hayatını da düzene sokacaktır. Ayrıca Arjantin için ufak bilgiler de veriyor film. Mesela İtalya, İspanya, Yunanistan, Türkiye insanlarında görülen yabancıyı dolandırmak burada da vardır...
**spoiler**
ama taksiye senin hakkın bu, beni dolandırma 5peso yeter sana diyerek istediği parayı öder süper dede..
**spoiler**
Gelen yabancıyı bilgilendirmek gerek demekki...

Fakirleşmek

Son dört beş yıldır ne güzeldi, ekonomi politikası(düşük döviz kuru yüksek faiz) gereği yurtdışına çıkmak-gezmek ucuza geliyordu. Özellikle alışveriş yaparken, türkiyede indirimin %50 ile sınırlandığı dönemde avrupadaki %70'ler göz kamaştırıyordu ve özellikle pek çok türk bayanı için avrupa demek alışveriş demekti. Birkaç yıl önce tanıdığım bir bayan öğretmen, doktor eşi ile çocukları da annesine bırakıp başbaşa gittikleri Prag'ı beğenmediğini söylediğinde şaşırmıştım, romantik olarak bilinen şehirlerden birine eşiyle giden bir bayan nasıl beğenmez diye. Fakat bunu anlattıktan kısa bir süre sonra bir köşe yazısında, türk bayanlarının Prag'ı sevmediği çünkü bu şehirde alışveriş yapacak fazla mağaza-alışveriş merkezi olmadığını okudum. Neyse "hamdolsun" kriz teğet geçti etkilenmedik ama tekstil fabrikaları kapandı binlerce kişi işsiz kaldı ve tekstil firmaları (global olanların hala zararına satmaya başlamadıklarını düşünsem de) %70 hatta %70'i de aşan indirimlere başladı. Ne mutlu Türk'üm diyene! Alışverişe ülkede devam !


Bugün ise bu uzun süre devam ettirilmesi sakıncalı olan politikanın sonucu dolar artık dayanamadı ve 1.8 sınırını aştı, nereye kadar gider bilmiyorum ama Can Ataklı'ya göre 2.25'i aşmasıyla buna dayanabilecek sermaye yok... Ne diyeyim Allah büyük

8 Mart 2009 Pazar

Cimri koca ve kadınlar günü

Bugün süper bir eğitimden geçtim, cimri adam gördün mü kaçacaksın hayatından sileceksin, tabi bu kişi deden(ya da aileden çok yakın biri) ise onu silmek mümkün değil ama yenilerine asla ve asla izin vermemek gerek... Cimrilere bu hastalıktan kurtulmaları belki böyle sağlanabilir.

Nedir cimri, kim cimridir ve ne zaman bu cimrilik hastalık boyutundadır? İşte bunu bir hikaye içinde anlatmak gerekirse:
Adam 50 küsür yıllık, 70 küsür yaşındaki karısını hem de kadınlar gününde hem de hava yağmurlu ve soğukken minibüs parası vermemek için tabana kuvvet verip hızla yürümesine devam edip arkasında bırakıyorsa ve kadın da bu adama güvenip yanına çanta almadan çıkmışken, bu adama cimri denir... Ama nasıl bir bağdır ki bu kadın o kadar sinirlenmesine rağmen olayın üzerinden yarım saat geçmeden bu adama hala canım diyebilmekte onunla aynı evde yaşayabilmektedir. Aile de böyle bir şey sanırım atsan atılmaz satsan satılmaz deyimiyle, bu nedenle de bugün surat astığım görmezden geldiğim dedeme yarın sabah hiçbir şey olmamış gibi davranacağım benim 20 küsür yıllık dedemi affetme sürem bu kadar, 50 küsür yılık karısının ise yarım saat bile değil, eş olmak annelik olmak da böyle bir şey...




Tüm kadınların kadınlar günü kutlu olsun, dünyanın kadınların hakkettiği gibi yaşayabildiği bir yere dönüşmesi dileğimle...



İnternetten, Cimri erkekle ne yapabilirim? sorusuna bir cevap

En kötü taktik onu savunma durumunda bırakmak olacaktır . Bir diğer deyişle ona cimri olduğunu ve parasını Donald Trump dan bile daha sıkı tuttuğunu söylenip durmaya başlama. Ona, onu nasıl önemsediğini, ne kadar harika birisi olduğunu söylemekle başla (Evet yorucu bir durum, ancak yağ yakmak yolu düzgünleştirir) Sonra, para hakkında genel konulara gir. Kendi paran hakkında ve ne kadar değerli olduğu hakkında konuş. (Örneğin, çocuk olarak verilen haçlıkla arzu ettiğin her şeyi alabiliyor muydun yoksa sadece elbise ve makyaj malzemelerini satın alabilmek için yarım gün çalışmak zorunda mı kaldın ) Ona parası ile ilgili bazı şeyleri paylaşmasını söyle. Onun harcama ile ilgili korkuları nereden geliyor? Ailesi uzun bir zaman işsizlik gibi bir problem mi çekti? Paranın onun için güvende hissettiği veya kendini değerli hissettiği bir araç olduğunu hatırla. Nazikçe senin için para harcamaktaki isteksizliğinin sana değer vermediği duygusunu oluşturduğunu ona anlat. Ve uzlaşma öner: Sen ona akşam yemeği pişir ve üç gün peş peşe film kirala, o da seni dışarıda mükemmel bir yere götürsün. Eğer, onun bu içten gelen cimriliğine rağmen bu uzlaşmaya açık olursa kazandın demektir. Eşini memnun etmeye çalışan adam, bankadaki paradan daha iyidir. Yani…hemen hemen.

Halk ve hastalar

5 Mart perşembe günkü Mehmet Y. Yılmaz'ın " Kendisine faydası olan' daha makbul" başlıklı yazısını okuduktan sonra aklıma gelenler...

Kendine faydası yoksa mantığındaki halkı, gittiği doktorun az ilaç vermesi ya da hiç ilaç vermemesine "doktor bana ilaç vermedi ne biçim doktor bu" mantığına benzettim... Gerçi şimdilerde ilaç yazımına gelen sınırlamalarla hastalar alıştı az ilaca, ama 15-20 yıl önce durum çok farklıydı.

Bir de ilaç niyetine finlandiyalı folk topluluğundan bir şarkı videosu
http://www.facebook.com/profile.php?id=715686419&ref=nf#/video/video.php?v=1070495759416&ref=nf böyle açılmıyorsa videonun başlığı Dec 15, 2008 8:48pm başka yollardan bulunabilir belki, aman dikkat bağımlılık yapma yan etkisine sahiptir :) Ben ilk dinlediğimde 10 kez fln tekrardan başlatmıştım. Bir de aynı parçaya Metin Uca'nın CNNturk'teki yeni programında da rastladım.


edit: Metin Uca'nın gazetelerin arka sayfasındaki çıplak fotoğraflara koydurduğu şarkı

Pazar

Bu hafta hem perşembe Küçükyalı'da hem de cumartesi Beşiktaş'ta pazara gittim... Pazarcı mutsuz... Perşembe pazarına akşam saatlerinde uğrayıp bir dolaştım tam çıkarken saatçi tezgahı ve saatçi dikkatimi çekti, belki de adamın mutsuz halinden. Tezgaha yaklaştığımda doğru dürüst satış yok dedi saatçi amca sana indirim de yaparım, ve böylece öylesine durduğum tezgah onun mutsuz hali nedeniyle bana saat aldırıyor hiç niyetim olmadığı halde, dilenciye para vermiyorum ama bazen sokakta bir şey satan birinden alışveriş yapmam gerektiğini hissediyorum... Cumartesi pazarı ise öğlen saatlerinde başlayan yağmur nedeniyle öğleden sonra 3-3buçuk civarı tezgahları toplattı, bazıları gene zarar ettik diye umutsuz&mutsuz bazıları nerde eski karlı günler diye hüzünlü... Pazarda komik durumlar da dikkatimi çekti her kötü durumda olduğu gibi, pazarın üstü branda ve kalın muşambalarla örtülüydü ancak yer yer üstü yağmur dolan muşambaların suları komple dökülüyordu. Pazara girdikten kısa süre sonra tam ben güvenli yere geçtikten sonra pazar girişinde bir kaç kadının üstüne döküldüğünü gördüm birikmiş yağmur sularının, bu nedenle de pazarda gezerken önce önüme sonra tepeye bakıyordum, bu nedenle pazarcıların aman ıslanma gel bizim tezgaha laflarına maruz kaldım, zaten pazarcılar müşteri çekmek için bu tarz güncel duruma uygun sloganlar kullanırlar. (gerçi önceden mutlu bağırırlardı bu aralar mutsuz) Özellikle bir ara televizyonlara çıkan çorapçı gibi, onunkileri unuttum tekrar duyunca buraya eklerim artık :)

Son zamanlara yazasım gelmiyor filmlerle ilgili biraz yazı ve sağdan soldan topladıklarımı koyarak buraya yazmaya başladığımı farkettim, hatta bazen yazarken de sıkılıyorum, fotoğraf eklemek zevkli geliyor... Sanırım yazabilmem için sınav döneminde olmam gerekli ya da çok sıkıntılı, neyse gene sıkıldım işte... Buraya kadar tamamen ya da atlayarak da olsa okunabildiyse ne mutlu bana...

7 Mart 2009 Cumartesi

Okula giderken

Bu hafta okula hep gitmem gerekenden 1 saat geç gittim, bazen bilerek bazen uyanamayarak da olsa.. Böylece okula gittiğim üç gün sabah 10a 20 kala civarı evden çıktım, 30-35 dk'da 4leventte olup ortalama 45-50 dk'da okuldaydım(istanbul için süper). Bu saatte karşıya geçmek acaip rahat oluyor, 4 levent ayrımına gelene kadar trafik sıfır, sonra anadoluda bindiğim otobüste oturmak için boş yerler var kısacası kaza olmadığı takdirde sorunsuz yolculuk...

Cuma da böyle mutlu mutlu otobüste ilk gördüğüm yere oturup sonra orayı beğenmeyip başka yere geçtim, bir kaç durak sonraydı sanırım bir kadın iki çocuğuyla 4-6 yaşlarında gibi otobüse bindi, karşıma oturdular. Anne önce çocukları soyundurdu bere atkı eldiven mont böylece epey hafifleyen çocukların biri bir kucağa diğeri de diğerine oturup bana eziyetli görünse de mutlu yolculuklarına başladılar. Böyle maddi durum sınırlı olup da çocuk sahibi olunca çocuklarınla otobüse bin, uyuyunca kucağında taşı hele bir de ikizse iki çocuk birden ne zor dedim tekrardan....

Anne ve çocukları karşımda mutlu mutlu giderken gereksiz mutsuzluk örneği de tam yan koltuktaydı. Yüzüne fondoten boşaltma yoluyla kararmış bir kızcağız elinde valizi annesine gidiyor, telefondaki aşkına(sürekli "aşkııığm"dediğinden böyle deme gereği duydum) bir gece önce internet ortamında onu rahatsız eden birinden bahsediyor. Diyor ki uyutmadı beni sürekli saçmalayıp durdu, (e kara kızım kapat interneti yat uyu sanki kapını çalmış içeri girmiş bir misafirden bahsediyorsun). Konuda arayan erkek ile bu kızın bir kız arkadaşlarının ilişkisi, bu arada ayrıntıları unutmuşum hem zaten dikkatimi versem kendimi toparlayamazdım heralde çünkü kızın ifadeleri dünyanın sonu gelmiş gibiydi. Beyni sulanmış insan modeli... Gereksiz insanlara-gereksiz konulara haddinden fazla değer vermek... İnterneti kapatamamak... Bu kızcağızın sorunları...

Neyse ben gene eğlendim, gerçi kitap okurken biraz dikkatim dağılmış oldu ama olsun oturarak rahat bir yolculuk için şükür.

6 Mart 2009 Cuma

Diziler

Şu izlediğim ve bağımlısı olmadığım ama peşpeşe izleyince paranoyak olduğum ABD dizilerimde hangi bölümlerde kalmışım yazayım dedim, bir ara kotam elverdiğince diziporttan ya da usbsi ile okula getiren bir arkadaşımdan alıp izlerim artık :)

Heroes sezon 3 bölüm 15
Desperate Housewives sezon 5 bölüm 14
Fringe sezon 1 bölüm 14
Lost sezon 5 bölüm 5 (bu arada manyaklarına lostpedia diye bir site yapmışlar)

Prison, Dexter fln artık yeni sezon beklemedeler...

4 Mart 2009 Çarşamba

Çocukken

Geçen gün okul çıkışı bindiğim otobüsün karşılıklı dörtlü koltuğunda 11 yaş civarı dört çocuk oturmaktaydı. Okuldan çıkmışlar belki de arkadaşlarının evine gidiyorlardı. Dikkatimi çekme sebepleri ise kıpır kıpır ve neşe dolu olmalarıydı. Ne ekonomik kriz ne gelecek kaygısı tek düşündükleri oyun ve eğlence....

Önce kendi aralarında otobüsün camını açma ve sanki bu yasak bir şeymiş büyükler kızar tavrıyla bir diğerinin camı açanı uyarmasıyla başladılar. Sonra taş-kağıt-makas oynadılar. Daha sonra ise bana küçükken bile saçma gelen kulak-çene vb yerlerini tutup sona kalanınsa oyunda "top" olduğu bir şey oynamaya başladılar(anlayan varsa anlatsın). İşte bu noktada "top" kalacak çocuk(en sevimlisi) kendi "top"luğunu bana aktardı ben de güldüm tabi, ama çocuk işte mantığıyla değil küçükken de olsa gülerdim bu durumda. Onların sayesinde aklıma 12 yaşlarımda iken okul çıkışında servisin arkasından arkadaki arabalara el sallayıp dil çıkarmalarımız geldi, bir an önce servis kalksın diye sabırsızlanırdık özellikle de neden hatırlamıyorum ama cuma günleri...

Otobüste bir de sürekli geldiklerini sanan bir tanesi ayağa kalkıp duruyor bir diğeri de ona oturmasını söylüyordu gelmedik 4.levent'e diye. Zaten bu noktadan sonra ben de dahil oldum bu 4lüye. Kararsız kaldıkları an dayanamadım gelmedik daha dedim, söylerim size bunun üstüne yerinde duramayanı, arkadaşlarının arasına sıkışıp bana yerini verdi ve eğlencemiz başladı. Önce en sevimlisi ayaktaki bir itülüye "abi abi ben seni bir yerden tanıyorum adın ne aağbii?" diye sordu neden bilmiyorum bunun üzerine çocuk korktu heralde cevap vermeden arkasını döndü bir hışımla (tövbe estağfurullah tavrı vardı, ruhu 80 civarındaydı sanki, bir de hemen büyümeliyim çocukları vardır ya onlardandır belki de küçükken). Sonra başta anlattığım anlamsız ama bu yolculuğu eğlenceli kılan oyunda önce bu itülüyü, sonra da yanındaki kızı "top" yaptılar, biz 5imiz koptuk gerçi otobüstekiler anlamıyordu ama bu da neşemize neşe kattı...
Neyse böyle kısa bir mutluluk yaşadım geçen gün okul çıkışı otobüse sığışma trafiği içinde ve aklıma geldi çocukluğum... Lojman bahçesinde oynanan saklambaçlar, istoplar, otlarla sahte yemekler ve dolmalar yapmalar... Mahallede elverdavulzurna(nasıl özlemişim favori oyunumdu) ya da ortadasıçan oynarken gelen arabalar ve bizim onları takmayışımız.... Güzeldi...

3 Mart 2009 Salı

Mystic River

***spoiler ağırlıklı olabilir***
En başta betona isim yazma ve çocukların kişilikleriyle ilgili bilgi almamızı sağlayan konuşmalar önemli. Biri serseri(19 yaşında hapse giriyor), biri ailesinin sözünü dinleyen (ki sonra polis oluyor), biri de korkak (büyüyünde gene korkak). Konuya tam anlamıyla girene kadar epey zaman geçiyor, ancak türkçe seslendirmeli izlememe rağmen Sean Penn'in oyunculuğu kendini farkettiyor. Bir de The Lucky Ones'da kardeşimin tabiriyle kaykay gibi burnu ile dikkat çeken Tim Robbins'in burnu sanki burada daha normaldi, belki de roldeki eşin burnunun yukarı doğru gitmesinden bana öyle geldi.


Yandaki fotoğrafta olan sahnede Tim Robbins Sean Penn ile konuşurken diğer 2 adamın arka plan müziği gibi olmasını çok sevdim... Gerçi filmdeki başka şeyleri de sevdim(sokaklar, markette Sean Penn'in gıcık olduğu çocuklara aradan bakışı vs.) bu da sanırsam Clint Eastwood'dan geliyor, sevmediğim ise sonda Sean Penn'in Tim Robbins'i haksızca öldürdüğü durum, haksızlığa filmde bile olsa dayanamıyorum ne yapayım...


Film evlilikte dürüstlüğün ve güvenin önemini sonunda acı da olsa gösteriyor... Gerçi bu noktada bakış açısını çevirince çıkan bir ekşi yorumunu da koyayım "psycho film.. her erkeğin arkadasında bir zilli hatun vardır tezini gercekliyor.." Bir de kızın sevgilisi cinayetle suçlanınca, ben onu sevmiştim, bir daha birini nasıl böyle sevicem demesi ve buna karşılık olarak bunu hiç yaşamayanlar var hadi yine iyisin tarzı cool bir cevap gelmesi (sanki Sean Penn dedi bunu o demediyse bile o demiş sayıyorum :D )

Gene ekşiden bir özet açıklama "gördüm ki neredeyse herkes benim gibi "ulan oyunculuklar muhtesem, yönetmen de pek iyi, pek güzel film ama..." seklinde kalakalmis."

2 Mart 2009 Pazartesi

Pudingli Kek

Bugün anneanneme gelecek misafirler için az önce fırına attığım keki dayanamadım buraya yazayım dedim, çünkü ilk kez bir kek kokusuyla daha fırına atmadan bende yeme isteği uyandırdı. Bakalım çıkınca da güzel olacak mı, güzelse bir foto koyarım artık...

Malzemeler klasik;
  • 3 yumurta (birini jumbo boy koydum)

  • 1 su bardağı şeker
---bu ikisi çırpılır
  • Yarım su bardağı sıvı yağ

  • Yarım su bardağını dolduracak şekilde yarım portakalın suyu ve biraz süt

  • 1 portakalın rendelenmiş kabuğu
--- bunlar da ilk karışımla karıştırılır(evde damla çikolata olsa onu da ekleyecektim)
  • 2 su bardağı dolduracak şekilde 1 paket çikolatalı puding ve un eleğe konur üzerine de kabartma tozu eklenir.

---Isıtılmış fırına (200 derece civarı) yağlanmış tepsiye konmuş kekimiz atılır (Bu arada kek şimdiden kabarmış, heyecanla bekliyoruz).

*** Un karışımını elerken pudingin kakaosu unla indi, ama içindeki şeker ve çikolata parçaları üstte kaldı(şekerin kalması komik oldu biraz) neyse elenmeden direk geçti bunlar kaba :)
***portakal-çikolatalı puding ikisi yerine limon-çilekli puding ikilisini de yakın zamanda deneyeceğim, ancak bu sefer limon suyu konmamalı şayet ekşi tatlı bir şeyler olur...

Şimdi siteleri karıştırıken çikolatalı fransız keki buldum süper görünüyor, çikolata krizlerine girildiğinde denenmesi gerek.. Zaten için çikolata konan tüm pastalar harika oluyor bunu da bir gün denemeli :)

İncelenmesi gereken diğer pastalar ise Çikolatalı & kabaklı pasta ve Tarçınlı mayalı kek... Ben bunları iyisi mi eve gidince anneme yaptırayım :)

Gaz


The White Stripes ne gaza getiren bir gruptur, gerçi arada insanı sıkıyor bir sonraki şarkıya atlatıyor peşpeşe albümleri koyunca ama sonuç olarak gaza getirici bir grup. Grubu farketmem ise 2003 Elephant albümündeki In the Cold, Cold Night şarkısıdır, ancak bu şarkı gaz şarkısı değildir.

Gerçi bitirme çalışmasında ilerleme konusunda herhangi bir gaza getirme yapmıyor, açtığım dosyalar öyle duruyor ilk sayfa-satırda... Ama görsel sanatlarda okuyorsanız işe yarayabilen bir gaz bu... Bana eskiden, ders çalışınca bir işe yaradığı zamanlarda gelen, ilginç yüz ifadesi fotoğrafları çekme gazı yaptı mesela... Böyle deyince komik oldu sanki atılması gereken bir gaz gibi, ama öyle değil güzel bir gaz bu sevilen gaz, neyse bu saatte ancak saçmalanıyor. İyi gazlar...

Bu arada yurt günlerimi özledim :(