26 Kasım 2013 Salı

Patlıcanlı Bulgur Pilavı

Pilav yapıyorum güzel de yapıyorum, ama kilo aldırması sebebiyle yemeyi minimuma indirip yapmayı çevreden yoğun istek olmadığı sürece bırakmıştım. İki yaşından beri yemeye bayıldığım ve ilk yaptığım yemek pirinç pilavı olmasına rağmen, hayatımın ilerleyen yıllarında tanıştığım ve sevdiğim bulgur pilavından şimdiye dek hiç yapmamıştım. Hazır evde malzeme(patlıcan) varken, bir bulgur pilavı yapayım dedim :). Oktay Usta'dan destekle fotoğrafını gördüğünüz pilavı yaptım.

Gereken malzemeler:

*1 adet patlıcan
* 3 adet çarliston biber
* 1 adet soğan
* 2 su bardağı bulgur
* Evde hep olduğunu tahmin ettiğim tereyağı, zeytinyağı, domates salçası, karabiber, pulbiber, nane, tuz, sıcak su

Patlıcanı minik minik doğrayıp tuzlu su olan kaba koyun. Biberleri ve soğanı da küçük doğrayın. Sudaki patlıcanları süzüp yıkayın(suyun renginin değişmesi lazım, yoksa biraz daha bekletin). Tavanın tabanını kaplayacak miktarda zeytinyağının üzerine soğanları koyun, soğanların rengi değişince patlıcan ve biberler ile 2 kaşık salçayı ekleyin karıştırın, salça sebzelerle karışınca tuz ve biber ekleyin, kendi haline pişmeye bırakın.

Tencereye 3 kaşık tereyağı koyun yıkanmış bulguru ekleyip biraz kavurup üstünü geçecek kadar sıcak su ekleyin. Suyun bulgurun üstünü geçen kısmı bitince tavada pişmiş olan karışımı bulgura katın. Bulgur pilavı tamamen suyunu çekince nane ekleyip karıştırın, tencerenin üzerine kağıt havlu serip, kapağını kapatıp 10 dakika beklettikten sonra yiyebilirsiniz. Afiyet olsun :)

7 Kasım 2013 Perşembe

!f İstanbul Film Festivali

Filmekimi 2013'te izlediğim filmleri yazayım da blog'a geri döneyim diye blogspot'a giriş yapmışken taslakta bekleyenler olduğunu farkettim :). Filmekimi demişken Kasım geldi de geçiyor tabi, ve bir yıldır blog için hiç yazı yazmamışım. Senin bir blog vardı değil mi soruları arada gelince yazmaya dönme fikri arada göz kırpıyor bana ;). Yazmaya başlarım belki umarım bakalım...

İşte Şubat'ta yazdığım izlediğim !f film festivali filmleri yazısı: (fotoğraf bulup eklemeye üşenip yayınlamamışım sanırım, üşengeçlik ya da yoğunluk fena tabi :) )

Uzun bir aradan sonra festivalle film sevgimi pekiştireyim dedim, ama dürüst olayım sinemalardan uzak kaldığım  bir yılda sinemada sabit oturup(bir de festivalde film arası yok) film izleyebilme yeteneğimi baya bir kaybettiğimi farkettim.





Love, Marilyn (2012): Festivaldeki ilk filmim, Marilyn Monroe'nun hayatı üzerine, onun kişisel mektup ve günlüklerine dayandırarak biraz Monroe'nun biraz da günümüz ünlülerinin dillendirdiği bir belgeseldi. Belgeseli izledikten sonra hiç Monroe filmi izlemediğimi en azından bir tane seçip izlemem gerektiğini düşündüm...











The sessions (2012): Çocuk felci geçirip boyundan aşağısı felç olan bir adamın 36 yaşında bekaretinden
kurtulmak istemesiyle pederle görüşüp izin alıp bir seks terapisti tutmasıyla gelişen olayların anlatıldığı komedi filmi. Anadolu yakasında(CKM'de) izlediğim tek film ve bunu festivaldeki favori filmim olarak seçebilirim. Shameless dizisindeki ayyaş, sorumsuz babanın William H. Macy'nin burada pederi oynaması bile başlı başına bir karamizah örneğiydi. Gerçek olaydan filmleştirilmiş.







Bernie (2011): İşi cenaze törenlerini güzelleştirmek olan halkın sevgilisi Bernie'nin dul kalan zengin kadına arkadaşlık etmeye başlamasıyla gelişen olayları komik bir dille anlatıyor. Yönetmen Richard Linklater ve başroldeki Jack Black oldukça başarılı. Kara mizah örneği olan filmin gerçek bir olaydan senaryolaştırıldığını da ekleyeyim ki gerçek hikaye meraklıları da izlesin (buradan anneme göz kırpıyorum.).



Laurence Anyways (2012): Transeksüel bir adamın kadın sevgilisiyle 10 yıl süren ilişkisini anlatan gökkuşağı fimi. Gözümü açık tutamayacak kadar yorgun olduğum için gözümü açık tuttuğum yerlerde filmin anlatımı çekimleri güzel geldi yorumunu yapabiliyorum ancak...

Seven Psychopaths (2012): Filmi beğendiğim halde uyanık durmakta zorlandım. Böylece haftaiçi sinemaya gitmemeye karar verdim.  Colin Farrell'ın başrolde oynadığı bir absürd komedi örneği..