24 Ağustos 2011 Çarşamba

The Damned United (2009)

Yönetmen Tom Hooper'ın The King's Speech'teki başarısını ve başarısının Oscar ve BAFTA ile de kanıtlandığını farkedip başka ne filmleri vardır acaba diye baktığımda daha önce sadece bir sinema filmi çektiğini görüp hem şaşırıp hem de üzülmüştüm. Bir de şansıma önceden çektiği yegane film The Damned United, futbolla ilgili olunca, hatta futbolla bile değil, bir teknik direktörün hayatının en kötü döneminin anlatıldığı bir film olunca, bir de ben olumsuz hikayeleri sevmeyince filmi izlemem aylar aldı. Ancak futbolla alakasız üç kişi filmi izleyip, üçümüz de beğenince-bayılınca izlemek gerektiği kanıtlandı.

70'li ve 80'li yılların ünlü teknik direktörü Brian Clough'un profesyonel hayatının kötü gittiği 44 gününü anlatan romandan uyarlanan filmin başrolünde oynayan Michael Sheen de film gibi çok başarılı... Futbolu sevenler zaten konuya takılmadan izler de sevmeyenler de futbol falan demeyip filmi bulup izlemeye baksın :)

Önceden de dediğim gibi, imdb'ye göre henüz çekilen filmi yok gibi dursa da Tom Hooper'ın gelecek filmlerini merakla bekliyorum..

23 Ağustos 2011 Salı

Recep İvedik 3 (2010)

Razzie (yılının en kötü filmleri) ödüllerini pek çok dalda kolaylıkla alabilecek, televizyon filmi kalitesinde bile olmayan, espri yerine iğrençliklerle dolu(mesela çikolata şelalesi esprisi!), depresyondaki bir insan hangi aktivitelere gidip depresyondan nasıl kurtulabiliri alakasız ve berbat bir şekilde anlatan Recep İvedik serisinin son ve en kötü filmi. Boş vaktiniz varsa bile izlemeyin :)

Şöyle bir baktım da önceden Recep İvedik 2'den bahsetmişim, gerçi filmden çok izlediğim ortamı anlatmışım; ama hatırladığım kadarıyla 1'deki kadar olmasa da güldüğüm-gülümsediğim sahneler olmuştu.

Biraz daha geçmişe gidersem, serinin ilk filmi çıktığında, televizyonda inanılmaz reytingler alan ve herkesin izlediği Şahan Gökbakar tiplemelerine dayanamadığım için tepkimi koyup fragmanını dahi izlememiştim; sonra bir yıl sonra denk geldi ve evde izledim. Fragmanı izleyenler filmdeki tüm komik kısımları görmüş olduğundan pek tepki vermedi, ancak şimdi nelere güldüğümü hatırlamasam da o kadar çok güldüm ki bir ara nefes alamıyordum!; belki izlediğim ortamdan, belki o anki ruh halimden, belki de gerçekten komikti :).

Son olarak bu kadar kötü bir üçüncü filmin üstüne dördüncüyü de çekecekler mi merak konusu; gerçi  2 milyon 366 bin kişinin sinemaya gidip izlediğini düşünürsek, çekerler tabi böyle kar oranı başka nerde var!

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Rise of the Planet of the Apes (2011)

Bir ilaç laboratuvarında, Alzheimer'ı önlemek için beyindeki zarar görmüş kısımları onarma amaçlı geliştirilen ilaç maymunlar üzerinde denenirken, deneklerden birinin kafesinden kaçıp ortalığı karıştırmasıyla denek olan tüm maymunların uyutulmasına ve projenin durdurulmasına karar verilir. Ancak o gün doğan maymunda ilaç denenmemiş olduğundan, ilacı geliştiren uzmanlardan biri(James Franco) onu gizlice alıp Alzheimer hastası babasıyla yaşadığı eve götürür. Kısa süre sonra bu sevimli maymun Caesar'ın da ilacın etkilerini annesinden aldığını ve gittikçe artan bir zekaya sahip olmasını farkedip onu yetiştirmeye başlar.

Filmde, sonradan Caesar'ın başka maymunları da ilaçla akıllı hale getirmesiyle, şehirdeki tüm maymun ırkının insanlardan öç alması anlatılıyor. Filmin ilk yarısı dramken ikinci de aksiyon tadında ilerliyor ve devam filminin geleceğinin çok net sinyalleriyle film sonlanıyor.

Film (özellikle ilk yarısına bayıldım) çok güzel, ama 8/10 notu da biraz abartılı gibi geliyor.

Aşk Tesadüfleri Sever

Filmde Ankara'da başlamış çocukluk aşkının, yıllar sonra İstanbul'da bir tesadüfle devam etmesi anlatılıyor.

Sinemada izlemeyeceğim diye inat ettiğim, hatta izlemek isteyenleri izlememeye ikna ettiğim filmi annemin merakı üzerine evde izledik. O kadar izlemeye hevesli annem bile, izlemesem de olurmuş tepkisini verdi...

Ama hakkını yemeyeyim filmin ismi çok güzel seçilmiş, Mehmet Günsur ve müzikleri de dikkat çekici, reklam başarısıyla da fena olmayan bir gişe başarısı elde etmiş.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Horrible Bosses (2011)

Üç yakın arkadaş, hepsinin patronlarıyla kendilerine göre büyük sorunları var ve iş çıkışı bir muhabbet esnasında patronlarını öldürmeye karar veriyorlar. Burdan sonra ne desem filmi anlatmış olacağımdan izleyin eğlenin diyorum :)

Konu-içerik hiç benzemese de Hangover keyfi veren bir film... Komedi izlemek isteyip, romantik olmayan komedi arayanlara şiddetle tavsiye edilir.

The Smurfs (2011)

Çocukluğumuzun mavi sevimli şeyleri Şirinler'in sinema filminde, Şirinler'imiz Gargamel'den kaçarken kendilerini şehrin ortasında buluyor. Filmde, ilk kez insanlarla karşılaşan Şirinler, Gargamel ve Azman'ın eğlenceli hikayesi anlatılıyor.
Filmde Sakar Şirin, en şirin Şirin'di. Azman ise aynı çizgi filmdeki gibi akıllılığıyla çok sevimli, eğlenceli ve komik... Türkçe seslendirme olmasının kötü yanlarına rağmen Şirin babayı çizgi filmdeki sesle dinlemek ise güzel. Ancak, HIMYM Barney'imizi (Neil Patrick Harris) seslendirme yüzünden izlemenin pek bir anlamı olmadı. Ayrıca, bir çok kişinin sandığının aksine film tamamıyla animasyon değil, sadece Şirinler hareketli oyuncaklar görünümünde. Çizgi filmi sinemada izleyeceğiz diye düşünüp gidilmemesi gerekiyor yani ;). Bir de 3 boyutun çok fazla bir esprisi yok, hatta arada gözlüksüz bile izlenebiliyor, denedim oldu.
Son olarak imdb notu neden 4 civarında geziniyor bilmiyorum, ama bence gayet 6 civarı notu hakediyor. Bilmiyorum ben notu düşük diye beklentisiz mi gittim, ama güldüm ve eğlendim sonuçta :)

4 Ağustos 2011 Perşembe

Road to Perdition (2002)

Sam Mendes'in Amerikan Güzeli'nden sonra yönettiği, Tom Hanks, Paul Newman, Daniel Craig, Stanley Tucci ve Jude Law'un oynadığı, üzücü hikayesine rağmen iç bunaltmayan, 30'lı yılların teknolojiden uzak, o nedenle kendine özgü sakinliğini hissettiren, bu nedenle izleyeni yormayan bir film. Hele bir de HD izleyince daha bir güzel oluyor.

Kiralık katil rolündeki Tom Hanks (Sullivan)'i, ne iş yaptığını merak eden oğlu takip eder ve bunun üzerine Sullivan'ın oğlunun kural dışı cinayet olaylarına tanık olduğunu öğrenen patron yüzünden, Sullivan'ların tüm hayatları alt üst olur. Sonrasında baba-oğul Michael Sullivan'ların hayatta kalma mücadelesi gösteriliyor.

Mafya rolündeki Rooney ailesinden elemanların masumları öldürdükten sonra, Tanrı bizi korusun diye dua etmesi ve baba Rooney'in dinine aşırı bağlı olması tam bir trajikomediydi.

Filmde camdan yansıma sayesinde hayatı kurtulan küçük Michael ve yansıma yüzünden hayatını kaybeden babası Michael da filmdeki etkileyici bir ayrıntıydı.
Jude Law ise bu filmde kilit bir rolde olmasına rağmen arka planda kalsa da, çok benzediklerinden ve filmde fotoğrafçı rolü sebebiyle bana pek çok sahnede arkadaşım AKK'u hatırlattı :)

Etkileyici bir filmdi, güzel ve klasik film arayanlara tavsiye edilir.