30 Aralık 2008 Salı

Yeni Yıla Girerken...

2009un 2008 sıkıntılarının biteceği bir yıl olması dileğiyle...


Herkese MuTLu YıLLaR!!!

28 Aralık 2008 Pazar

Tarihi Kitaplar

Bu hafta vatan pazar ekinde 2009'da okumak için kitaplar önermişler, onları sitesinden kopyalıyayım buraya derken, henüz bugünkü gazeteyi online hatta taşımadıklarını gördüm, kitap aramasına bastığımda da...

Tarihi sevdiren kitaplar başlığında:

Helge Hesse’nin “80 Cümlede Dünya Tarihi” tarihe yön veren 80 cümlenin ne zaman, hangi koşullarda ve ne amaçla söylendiğini hatırlatarak zevkli bir okuma sağlıyor.

Helmut Reinalter’in “Masonluk” adlı kitabı, hakkında bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunan masonluk konusunda bilinmesi gerekenleri anlatıyor.

Hikmet Bila’nın kaleme aldığı “CHP 1919-2009” ise resmi tarih niteliği taşıyor.

Özelikle ilkini merak ettim :) Eklesinler bu haftaki ekteki kitapları da koyayım

Hayat amacı...

Dün prizın birek 4. sezon 9. bölümü izledim, aman dikkat spoiler var :D

Daha önceki bölümlerde maykılın annesi gibi hastalık belirtileri gösterdiği, annesinin 32 yaşında öldüğü ve maykılımızın da 32ye girdiğini hatırlatmışlardı, yani maykılın ömrü fazla değil bu kısa ömre de bir sila yoketme sığdırayım bari demiş...

Dün izlediğim bölümde de eski hapishanede çalışan ve mahkumların nefret ettiği görevli bellik, benim bu hayatta hiç amacım olmadı ne çocuğum var ne ailem mantığından hareketle bari bir işe yarayarak öleyim diyip kendini tonlarca su geçecek borunun içinde bırakıp, silaya feda olsun diyerekten ölüyor...

Epey önce de sanırım buna benzer hayat amacı sahnelerinin sokuşturulduğu hiroz bölümünden de bahsetmiştim... (ek: hiroz değil 21 gram filmiymiş)

Bana da çözmem gereken bir sorun çıktı,gerçi belki 20 belki de 30 yıllık bir sorun. O nedenle benim hayat amaçlarımdan olması da muhtemel, belki bunun için geldim gezegen örthe :D. Çözersem sorunun içindekiler mutlu olacak. Öyle bir sorun ki yıllardır konuşulan ama hiç çözüme kavuşmayan. Acaba ben çözebilecek miyim?... Ayrıca sorun yok diyenler de var, o zaman karışmayalım şu 2pi3lük alana :p

çok eğlendim yazarken bunu, anormal sanki

26 Aralık 2008 Cuma

Sevgi eyleme geçsin



Vatan gazetesinin ilk sayfasını kaplayan insanın içini parçalayan fotoğrafta 8-10 yaşları arasında üzerlerinde mavi önlükler ayaklarında terlikleri ya da parçalanmış ayakkabılarıyla -8 derecede okula gitme çabasındaki çocuklar ve Güngör Mengi'nin köşesindeki yazı...

"Birinci sayfadaki çocuklara bir daha bakın lütfen.

Sonra dürüst bir muhasebe yapın...

Tanrı aşkına söyleyin şimdi bu ülke, bu millet, yani bizler, karlı yollardan okula terlikle, patlak pabuçlarla yürüyen çocuklarımıza sağlam birer çift ayakkabı giydiremeyecek kadar düşkün insanlar mıyız?

Değiliz.. Sadece sahip olduğumuz kaynak ve olanakları örgütleyemediğimiz, birbirimizi ateşleyerek gücümüzü ve sevgimizi büyütemediğimiz için kaybediyor, kaybettiriyoruz.

Hepimiz “Orda bir köy var uzakta o köy bizim köyümüzdür” ezberi ile büyüdük ama bencillik hastalığı çoğumuza uzakta ayakkabısız okula giden çocukların bize ait olduğunu unutturdu.

O çocukları ısıtacak sevgi ve yardımseverlik fazlasıyla mevcuttur bu ülkede.

Bütçesinden yardıma kaynak ayıramayanlar bile bir yol bulabilir:

Çocuklarının küçüldüğü için bir köşeye tıkılmış giyeceklerini sevgi ile sarmalayıp Van’a gönderebilirler.

Çocuklarımızın şu ara sevgimize çok ihtiyaçları var. Haydi, sevginizi eyleme geçirin!"

21 Aralık 2008 Pazar

İnternet Nostaljisi...

Şimdi Sedef'le konuşurken aklıma geldi, daha ortaokuldayken(6da ya da 7de) bir internet sitem olsun diye uğraşıyordum, bedava bir alan adı alıp hazır bir şablona sitemi hazırlamıştım. Ancak bazı hazır kalıpları fln silip düzenlemem gerekiyordu üşenmiştim, şimdi ne siteyi aldığım bedava alan adını, ne de kendi koyduğum ismi hatırlıyorum :)

Gene o senelerde bir ara ben hacker olucam diye takmıştım, internette forumları okuyup bulduğum bilgili olduğunu düşündüğüm insanları icq'da ekliyordum, hackerlıkla ilgili yazıların ve programların olduğu cd bile almıştım. Sonra vazgeçmiştim ne işime yarayacak bunlar diye :)

öyle bunlar aklıma geldi yazayım dedim...

20 Aralık 2008 Cumartesi

Çevre Etkisi

Sanki okuduğum, duyduğum, gördüğüm her şeyden farkına bile varmadan etkileniyorum..
Mesela şu emeklilik mevzusu, bir kaç gün önce liseden arkadaşım Mufide facebook iletisine "yaşlandı ve artık emekliliğini istiyor!!..." yazmış ve ben okuduğum an anneme güldüğüm gibi gülmüştüm daha çok erken pes etmişsin diye düşünmüştüm, ama bunu okuduktan 3 gün sonra,okuduğumu unutup ben de aynı şeyi düşünüyorum

İlginç

Bulanık, depresif bir şeyler...

RF'ten önceki son sinavim 27 gün önceydi, unutmusum sinav dönemi gelince nasil oluyor, gerçi bu dönem çok sınav dönemi hissi yaşamamış olsam da neyse...

dün gene sinavim vardı, bundan sonra pzt, sonra sali, bunlarin üstüne -ki büyük ihtimal uykusuzluklar geçecek günler olacak bu günler- bir de sunum yapmam lazım

sonra 2 proje var,bir de rapor. ilk projelerim olacak, bakalim ödevlerim gibi anlamsiz mi olacaklar onlar da

bitirme için de bu hafta artık bir şeyler çıkarmamız lazım, onda da umutsuzluğum var

her sey bunalti getiriyor üstüme, belki bundan önceki 4 yıl boyunca olduğu gibi kafama takmam gereken ders dışında hiçbir şey olmasaydı rahatlıkla başedebilecektim okulla ilgili konularla, ama bu sene her şey ağır geliyor.

annemin 13 yıl ara verip 7-8 sene çalıştıktan sonra artık çok yoruluyorum, bunaldım emekli olacağım demesine gülüyorduk; ama ben bazen şimdiden emekli olsam diye düşünüyorum, belki öğrencilikten emekli olabilirim şu anda bir tek buna hakkım var...

16 Aralık 2008 Salı

Çekirdekten Çıkma

Bebeğin ilk çevresi anne ve baba, bir de belki de kısa süre için anneye yardım etmek için evde olan anneanne, teyze...

Bebek büyüdükçe çevre genişler artık sürekli gördüğü kişilere mahalledeki arkadaşlar eklenmiştir.

Sonra kreş arkadaşları, anaokulu arkadaşları,

İlkokula başlanır, sınıf öğretmeni ve sınıf arkadaşları eklenir çevreye...

Artık sürekli görülen, vakit geçirilen kişiler ev, okul ve mahallede bulunanlardır.

Biraz da sistemin etkisiyle dershane arkadaşları eklenir listeye; bu arada okul-ev değiştirdikçe yeni kişilerle tanışılır. En baştaki çekirdek çevreden uzaklaşma ihtiyacı ister çocuk bu dönemde. Beğenmez çıktığı çekirdeği, belki de bu yüzden mutsuz olur kırılır çekirdekten çıkarken...

Lise ya da üniversite için bulunduğu şehirden de ayrılır, artık kabuk iyice kırılmıştır, serbestlik vardır. Yeni tadılan bu duygu önce eşsiz gelir, sonuna kadar kullanılır bu özgürlük duygusu sınır bulana dek.

Ancak birkaç sene sonra artık yavaş yavaş özlem başlamıştır o ilk çekirdeğe... Ama o çekirdeğe yeniden girmek de insanı boğar, eski çekirdek artık dar gelir. İlk çıkılan çekirdeğe benzer bir yaşam özlemi duyulur, ona benzer ama yeni sınırları olan...

11 Aralık 2008 Perşembe

bugün...

















"Alfie"(1966) ve "Sleepy Hollow"(1999)...

"My Blueberry Nights"(2007)

Peşine film izlemekten yorulmuş gözlerle uyuklayarak, Hitler'in son dönemini anlatan "Der Untergang- Downfall" (2004)

Sonra eskiden izleyip çok beğendiğim, bugün ise birazını izlediğim "Good Will Hunting" (1997)

...derken son gün goldmax sömürüsü halinde geçti :)

Bu kadar çok filmi peşpeşe izleyince artık ne izlediğimi hangi filmde neyi görüp neyi sevdiğimi bile unutuyorum, ama kafa dağıtmak açısından çok iyi oluyor; boşlukla doluluk arasında gezinmek isteyenlere önerilir.

dün (Bayram 3)

Bayramda GoldMax'in açık olması sayesinde, normalde görüntüsünü ya da sesini yeterli kalitede bulamadığım eski filmleri izleme imkanı buldum. Bu sabah "The Gods Must Be Crazy" adlı 1980 yapım bir komedi filmini izledim. Film güney afrika'da Botswana'da çekilmiş. Konusu ise, buldukları Coca-Cola şişesinin Tanrılar tarafından yollanmış kötü bir şey olduğunu düşünen yerlilerin mutsuzluklarını sona erdirmek isteyen bir Afrika yerlisinin, çocuklarını kurtarmak için şişeyi alıp dünyanın sonuna atmak için çıktığı yolculukta başından geçen komik olayları anlatıyor.

Akşam ise Diane Keaton'ın başrolünde oynadığı "Surrender Dorothy" adlı 2006 yapımı, türünün dram olarak belirtildiği ama bence içinde komedi unsurlarını barındıran, en azından filmi izlerken insana mutsuzluk vermek yerine, hafif de olsa insanı sık sık gülümseten bir filmdi.

Günü "The Machinist" adlı film ile sonlandırdım :) Annemi ikna edebilseydim testere 4'ü izleyecektik, ama makinistten de memnun kaldık. Filmin konusu başta çok ilgimi çekmese de görüntüleri ve filmin başrol oyuncusu Christian Bale'in oyunculuğu sayesinde filmi beğendim. Filmdeki adam(Christian Bale) bir senedir doğrudürüst uyumamış, filmin sonlarına doğru gözü kapanıyordu; benim de uykum gelmişti ama uykuya direnerek filmin sonunu getirdim, daha ilginç bir son olabilirdi, ama film etkileyiciydi. Eminim ki sinemada daha etkileyici olacaktır, bu arada imdb notu da 7.8'miş.

10 Aralık 2008 Çarşamba

Bayramın 2. Günü

İstanbul'a gitmeye karar verip gitmeden önce oğluyla gelip bizimle bayramlaşan Ayhan amcam, sonra bizim Bafra'ya gidip oradakilerle bayramlaşmamızla günün bayramlık kısmı tamamlanır...

A Good Year ve Die Fälscher filmleri izlenir. İlki komedi tadındaydı, ikincisi ise savaş zamanı Almanya'da yahudilere kalpanzalık yaptırılan toplama kampında geçen dram ağırlıklı bir hikayeydi. Filmleri beğendim...

Bu ikisinin arasında da bir filme biraz baktık, kanlı bir gerilim filminin arasına sokuşturulmuş komedi sahneleriyle acaip fakat sıkıcı bir filmdi, pek beğenmeyip bununla vakit harcamayalım diyerek diğerine geçtik.

Aa bir de Heroes bölümü izledim, 12ydi sanırım. Artık düşünmeden sorgulamadan kayıt tutmadan izliyorum :D

Bu bölümdeydi ya da bir öncekinde, kadriye teyzemin hep bahsettiği Sahaja Yoga'da geçen herkesi her şeyi affetmelisin kuralı geçiyordu...

Sylar ile elektrik saçan Elle arasındaki diyalogta, kız önce Sylar'ı babasını öldürdüğü halde, sonra da kendisini yaptığı kötülükler için affediyor ve acısı yok oluyordu... Bunu üzerine Sylar:

"Kendini affettin, Elle. Hepimiz benliğimizle bir savaş içindeyiz.
İnsan olmanın gereği bu. Asıl püf noktası, kazanan tarafta
yer almanın yolunu bulmaktır."

diyor... ayırmışım altyazıdan buraya koyayım dedim :)

9 Aralık 2008 Salı

Bayramın İlk Günü

Kurban Bayramı ilk gün...

Sabah kalkıp ailecek bayramlaşıp kahvaltımızı yaptıktan sonra bizim için sıradan ve evde geçirmemiz gereken klasik bir pazartesi günüydü.

2si baştan sona olmak üzere 5 film ve 2 bölüm de heroes izledim bu evde geçen günde...

Annie Hall,(1977) Woody Allen'in çektiği oscarlı bir komedi; fakat film o kadar ağırdı ki başta türkçe izlerken anlamadım, ingilizceye çevirdim alt yazı olmayınca ondan da sıkıldım :D bu arada yemek fln derken film kaçtı... Tekrar izlemeyi deneyeceğim

Guarding Tess, (1994) Nicholas Cage ve Shirley MacLaine'in başrollerinde oynadığı, eski ABD başkanının huysuz karısı ile işinde çok iyi koruması arasında geçen komik olaylardan bahseden bir filmdi. Ailecek çok eğlendik.

40 Days and 40 Nights, (2002) bunu izlemiştim ama kardeşim izlerken araa bakarak filmi hatırladım, öylesine eğlencelik bir film

0... Çocukları, (2006) filmin ilk bir saatini Özge'nin izlediği film nedeniyle izleyemedim, ama zaten izleme amacımın biraz da filmde oynayan ispanyolca hocam Marc'ı görmek olduğunu, onun da bir başta bir sonda rol aldığını bildiğimden sondaki kısımda izleyebildim :D

O Brother, Where Art Thou?, (2000) bu da George Clooney'in başrolde olduğu 1900'lerin amerikasında, üç mahkumun kaçış öyküsünü anlatan eğlenceli bir filmdi...

Filmlerin dışında telefonla Türkiye'nin pek çok ili ile çeşitli bayram kutlamaları yapıldı, bayram ziyareti olarak da Nilgün Halam'lar geldi. Ama ne kutlama ne ziyaret olarak bayramı hissedemediğimden fazla içine girmedim ben bu bayram olayının...

4 Aralık 2008 Perşembe

Kara Kitap

Sonunda Orhan Pamuk'un 1985-1989 yılları arasında yazıp, 1990 yılında yayınladığı Kara Kitap adlı romanı bitirdim. Zaman zaman çok zevk alıp kendimi bile şaşırtan bir hızla okudum, zaman zaman da okurken sıkıntıdan uykum gelmeye başlayıp atlaya atlaya bir şey anlamadan okudum ama sonunda bitirdim. Şimdi de kitapta hoşuma giden cümleleri buraya yazayım kalıcı olsun dedim :)

Şimdi baktığımda daha sonra bu kendi olmaya çalışma çabaları insanı bunaltıyor, buraya yazarken sıkıldığımı itiraf etmeliyim, ama ilk okuduğumda çok hoşuma gitmişti...

Kitabın birinci kısmının 16. bölümü "Kendim Olmalıyım"dan:

"Kendim olmazsam onların olmamı istedikleri biri oluyorum ve onların olmamı istedikleri o insana hiç katlanamıyorum ve onların olmamı istedikleri o dayanılmaz kişi olacağıma hiçbir şey olmayayım ya da hiç olmayayım daha iyi, diye düşünüyorum."

"İnşallah bir gün başarılı olacak"
"Çok çalıştı ve yıllar sonra başarılı oldu, diye gördükleri kişi oluyorum ve daha kötüsü, ben de kendimi başka türlü göremediğim için, bu hiç sevemediğim kişilik etimin üstüne çirkin bir deri gibi yapışıyor."

Kitabın birinci kısmının 17. bölümü "Beni Tanıdınız mı?"dan:

"Böylece hayatımın ilk yarısını bir başkası olmak istediğim için kendim olamadan, ikinci yarısını da kendim olamadığım yıllar için pişman olduğum için bir başkası olarak geçirecektim."

"Hiç kimsenin kendisi olamayacağını bir daha hiç unutulmayacak kesin bir bilgi gibi öğrenmiştim artık"


Kitabın ikinci kısmının 7. bölümü "Harflerin Esrarı ve Esrarın Kaybı"ndan:

"Allah'ın asıl niteliğinin bir 'gizli hazine', bir 'kanz-i mahfi', bir esrar olduğuna ilişkin sayfalarca yazı okudu. Bütün sorun bu esrara ulaşabilmenin yolunu bulmaktı. Bütün sorun esrarın her yerde, her şeyde, her nesnede, her insanda görüldüğünü kavramaktı. Dünya bir ipuçları deniziydi; her damlasında arkasındaki esrara varacak bir tuz tadı vardı. "

Kitabın ikinci kısmının 16. bölümü "Şehzadenin Hikayesi"nden:

"İnsanların en büyük zevki, öteki insanları kendilerine benzetmek,"

"Acıklı ve sefil ve zavallı olalara acıdığı için etkilenir insan,"

"Sıradan ve özelliksiz olanlardan, biz de sonunda onlarla birlikte sıradan ve özelliksiz olmaya başladığımız için etkileniriz,"

"Bir kişilikleri olanlardan, saygıyı hak edenlerden de, farkında olmadan onları taklit etmeye başladığımız için etkileniriz."

"Başkalarının hikayeleriyle mutlu olabilen bütün milletler yıkılmaya, yok olmaya, unutulmaya mahkumdular."

Dönen Dünya

Nereye gidiyoruz...

Çevremizde ya da bize çok uzaklarda olan olaylar...

Ne durumdayız?

Milyonlarca insan açlıktan hastalanıp ölürken, ya da geçmişteki nefret yüzünden masum insanlar öldürülürken hiçbir şey yapmıyoruz, yapamıyoruz...

Özellikle büyük şehirlerde herkes kendi derdinde, böyle olunca da gereksiz bir mutsuzluk kaplıyor içimizi. Aslında doğru olan insan olmanın gereği olarak birbirimizi yalnız bırakmamamız, ama biz bırak sadece insan diye yardım etmeyi yakın çevremize ve akrabalarımıza ne kadar vakit ayırıyoruz...

Bir şekilde yolunu bulup yardıma ihtiyacı olanlara yardım etsek bu anlamsız mutsuzluğumuz yok olur mu?

Olur bence, ama iş yapmaya gelince hiçbirimizin vakti yok...

Vakit yaratmak gerekiyor bir şekilde yapılması gerekenlere, ama nasıl ?

1 Aralık 2008 Pazartesi

Boğulmak

kurtulmak istiyorum bu boğucu şehirden, geri döndüğümde daha da boğulacağımı bilerek...

edit: beni boğanın biricik istanbulum değil, istanbulda yaşamaya artık katlanamayan ama bunu kendine itiraf etmeye korkanlar ve bu şehirden kaçmayı beceremeyenlerin olduğunu farkettim...

Yaşlanmak

İnsanlar yaşlanınca ne yapar?

Benim yanımdakiler yemek yiyor, uyuyor, konuşuyor, toplasan 1km etmeyecek miktarda yürüyor, günlük ev işleri yemek-temizlik fln yapıyor...

Geçen yıl tanıştığım annemin halası yemek yiyor, uyuyor, namaz kılıyor, dua ediyor (hatta o kadar şeker ki bizdeyken televizyonda koşu mu ne bir spor dalıyla ilgili yarış vardı ordaki türk için dua ediyordu)

Sabahları uyanıp da sahile inersem gördüklerim tüm insanların yaşamak için yaptıklarının yanında yürüyor, koşuyor, sahile konan spor aletlerinde garip hareketler yapıyor... Bir de kalabalık grup halinde geliyorlar, onlar da çok şeker

Mutlular mı... Eğer çocukları torunları varsa oyalanacak gerçek sebepleri olduğu için bence evet, ama ya yalnız olanlar... Hele bir de eşini kaybedenler...

Hayat zor, yaşlılık muhtaç olmak daha da zor

30 Kasım 2008 Pazar

Son Sınıfta Olmak

Lisede son sınıftayken çoğumuzda tek dert vardı, ÖSS'de başarılı olabilecek miyim? Bu tek dert için de dersaneye gidip, test çözüp, deneme sınavlarına girmek yeterliydi. Yani hedef için yapılması gerekenler çok yönlü bir araştırma gerektirmiyordu. Sadece sınavdan çıkıp üzerimizdeki stres atıldıktan sonra bölüm, şehir, üniversite araştırmasına girilerek gidilmek istenen yer ya da yerlere karar verip bunları bir sıraya koymak yeterliydi...

Ya üniversitede lisans ya da yüksek lisans son sınıfta olanlar?!? Zaten çoğu lisans mezunu kararsızlıktan ve zaman kaybı olmasın diye hemen en kolay kabul alabileceği -itüde bizim bölümlerde olanlar direk kendi alanımızda ve okulumuzda- bir yüksek lisansa kaydoluyor. Önceden araştırmış ve kafasında bir fikri olanlar da var, nasıl böyle olunur bir fikrim yok ama tahminimce bu kişiler lise sonda da üniversite ve meslek tercihi yaparken bir fikri olanlardan oluşuyor. Hedef olarak en azından avrupa-amerika diye bölge belirleyip bunlar için gerekli sınavlara en geç eylül-ekim gibi kendilerini hazır hale getiriyorlar.

Ya benim gibi hedefi belirsizlikte olanlar? Ben ilköğretim son sınıfta gideceğim lise için hazırlanırken, hiç bir fikrim yoktu ki hatırlıyorum daha 7. sınıftayken insanlar kendilerine bazı yüksek puanlı fen liselerini hedef koymuş ve o zamandan çalışmaya ve hayal kurmaya başlamışlardı. Bense 8. sınıf başında tercih formlarını doldurulurken Samsun'daki liseleri puan sırasına göre yazıp gönderdim, aylar sonra sınava girdim ve ilk sıradaki Samsun Fen Lisesi'ni kazanıp okula başladım.
İyi mi oldu kötü mü bilmiyorum, ama en azından kalabalık olmayan bir okulda okumak belki de çevremin olmadığı bir şehirde derslerimde başarılı olmamı sağladı.

Sonra kazandık itü'yü... Ve geldik son sınıfa... Okulda bir şey öğrenmedim bari dedim adam gibi bir bitirme projem olsun. Ben bu doğrultuda en doğru hocayı seçtiğime inanıyorum. Dönem başlarken dört kişi birlikte yayın olacak derecede bir proje çıkarıp, hatta mayıs ayı gibi sunmak hedefi ile başladık. Fakat yaklaşık bir aydır 4lü olarak bir araya bir ya da iki kez ya geldik ya gelmedik, ben her seferinde gittim, bazen tek başıma da gittim. Ama tek başına bir şey olmuyor ya da ben alışık değilim bilmiyorum, hata nerede. Ya ben buna alışıcam ya insanlar vakit ayırmaya başlayacak ya da bitirme de okul gibi boş olacak ve ben başka alana kayacağım....

derim ve iç sıkıntımı buraya dökerim... kimseye bağırıp çağırmadan

işte son sınıf duyguları böyle şeyler bende

29 Kasım 2008 Cumartesi

Mynet Astroloji Danışmanı'na göre...

bunları demiş ben ve diğer boğalar için...

Sevgili Boğalar kişisel yaşamınızdaki dönüşüm ve yenilenme gücünün temsilcisi Pluto gezegeni 26 Ocak 2008 yılında Oğlak burcundaki sürecine başlamış ve 14 Haziran 2008 de geri hareket yaparak Yay burcuna geri dönmüştü. 27 Kasım 2008 günü ise 2024 yılına kadar seyrini sürdüreceği Oğlak burcunda düz hareketine başlamış bulunuyor. Bu güçlü dönüşüm enerjisi altında siz Boğalar, yaşamınızı yeni bir bakış açısı altında değerlendirmeye başlayabilirsiniz. Astrolojik yapısı gereği son derece yavaş ilerlediği için kimi aylarda ve yıllarda etkinliği daha fazla olmaktadır. Bu süreçte siz Boğalar öncelikle inancınız, hayat görüşünüz ve yaşadığınız bazı deneyimler sayesinde yenilenecek ve kendi kimliğinizi yeniden oluşturmayı öğreneceksiniz. Bu öğrenme esnasında Plutonun doğası gereği içsel baskı gayet etkili olduğundan ister istemez belirli bir ideal oluşturmalı ve hedef belirlemelisiniz.

Kimileriniz bu süreçte dini inancınız ve yaşam felsefenizi yeniden oluşturarak, hayata daha farklı gözlerle bakmaya başlayabilirsiniz. Yalnız dikkat etmeniz gereken konu, ilerlediğiniz yolun en doğru yol olduğunu iddia ederek bir takım yanlış yollara girerek yaptıklarınızı savunmamak olmalıdır. Pluto gezegeninin verdiği enerji ve kuvvet doğru yönde, faydalı bir şekilde kullanılmayıp dogmatik ve fanatik görüşlülüğe dönüşürse bilin ki en çok zararı kendinize verebilirsiniz. Hayat şimdi size yenilenmeniz adına enerji sunarken bir yandan da içsel baskılar uygulayarak kendi kendinizle olan barışıklığınızı, iradenizi sınamakta olacaktır. Kendinize öyle bir hedef bulmalısınız ki ve bu hedefi gerçekleştireceğinize dair öyle bir inanç geliştirmelisiniz ki, yolunuza çıkabilecek yanlış insanlar, zorlu olaylar ve kadersel durumlar sizi yine de etkilemesin.

Öncelikle kendinizi gözden geçirerek, ne durumdasın, ne yöne gitmektesiniz, amacınız nedir ve neler yapmak istiyorsunuz? Sorularına cevap bulmalısınız. Yaşamın içindeki maddi ve manevi tüm zorluklara karşın, azimle yol almalısınız. Bunun için size gerekli olan en önemli destek, içinizdeki ruhsal gücünüz ve inancınızdır. Ne övgüler sizi şımartmalı, ne de yargılamalar sizi yıldırmalı. Başkaları bir çok şekilde karşınıza çıkarak sizi yolunuzdan çevirmeye kalksa da, eğer amacınız belli ve sizin için en doğrusu ise bilin ki, bilinmeyen birçok güç size destek olacaktır. Eğer siz farklı fikirlere aldırmadan bütünlüğünüzü bozmadan yolunuzda ilerlemeye kararlı iseniz, biliniz ki bu süreç sonunda şu anki konumunuzdan çok daha yüksek yerlerde olacaksınız.

24 Kasım 2008 Pazartesi

Diş Sorunum

Hayat boyu dikkat etmeme rağmen, Giresun'da 8 yaşımda (1995 kasım ayı civarı) yaşadığım kaza ve sonrasındaki ilk tedavi nedeniyle zaman zaman hayatımı kabusa çeviren diş sorunumdan bahsedeyim dedim.

Öncelikle sevgili okur aklına gelen tüm küfürleri edebileceğin "Sevgi D****" adlı komşumuz dişçinin adını internet ortamına vereyim, sonra da olayı anlatayım. Giresun Kale Mahallesi'ne yeni taşınmışız, buradan Cumhuriyet İlköğretim Okulu'na yürüye yürüye ve genelde aynı okulda okuyan arkadaşlarımla gitmeye başlayalı sadece birkaç hafta olmuş. Gene bir sabah önde gördüğüm arkadaşlarıma yetişmek üzere adımlarımı hızlandırıyorum ve nasıl oluyor bilmiyorum (kaderde varmış da diyebilir kaderci kimseler) dümdüz yolda yere düşüyorum ve kesici ön iki dişim kırılıyor. Ben ise ufacık 8 yaşında çocuk ağlaya ağlaya gerisin geri eve dönüyorum. (Şimdi hatırlıyorum da önümdeki arkadaşlarım ilgilenmek istediler ama ben kendim hallederim diyerek eve döndüm.)

Eve döndüğümde annem, doğal olarak Uçar Apartmanı 3. katta oturan "sevgili" sevgi komşumuz "aklına gelen tüm küfürleri et" sevgi dişçisine yani, diş hekimi Sevgi D****'e götürüyor. Kadın ise bu dişe hiçbir şey yapılamaz tek çözüm kanal tedavisi yoksa mahvoluruz biteriz gideriz gibi cümlelerle beni dişçi koltuğuna yatırıyor ve dişlerimin sinirlerini alarak onları öldürüyor, üstüne dandik bir kaplama yapıyor. Kaplama çirkin göründüğü gibi en ufak şeyde düşüyor, hatta bir keresinde denizde yüzerken düşmüştü.

Sonradan sanırım 1997 Ocak civarı da bir sömestr tatilinde annemlerin çocukluk arkadaşı ve Diş Hekimi Mehpare abla dişime çok güzel bir kaplama yapıyor ve ben bu kaplamayla 2004 ekimine kadar sorunsuz bir şekilde geliyorum. bu da benim diş sorunu yaşamadığım 7 güzel sene....

sonrası başka zamana

16 Kasım 2008 Pazar

Güneşli bir Pazar sabahı :)

Bugün ALES sınavı için erkenden kalkılır, eve 15 dk yürüme mesafesindeki Rezan Has Lisesi'ne dayı ile gidilerek beklenmeye başlanır. Kapıda püfür püfür sigara içenler, yaşı hiç de üniversite son sınıf gibi durmayan teyze-amcalar vardır. Bir de dayı yorumuyla kilo ortalaması 75 bulunmuştur :D

3 saat oturularak tüm sorular cevaplanır, ama dün gün boyunca masa başında oturmaktan boyunda ve sırtta olan, sabah ise sadece sırta indirilebilmiş ağrı yeniden nüksetmiştir. Buna rağmen biten sınav ve ışıldayan güneş sayesinde bir mutluluk kaplar içimi...

Sonra diğer telekomcularla buluşmak üzere Üsküdar'a gidilir, sonra 13telekomcu+3=16 kişi Beylerbeyi Sarayı gezilir. Sonra Kanlıca uzak saat 16:30 oldu hava kararıyor gitmeyelim diyen Hakan'a rağmen otobüse binilir, ama manyak otobüs şöforü sayesinde Kanlıca'ya geldiğimizde saat gene 16:30 dur. Kanlıca'da yoğurtlar yenir.

Bu arada ben ilk kez Kanlıca'da yoğurt yemeye gittim, burada yoğurt pudra şekeri ile yeniliyormuş, bayıldım ve 350gr + ayşegülün kaymağını pudara şekeri dökerek bir güzel yedim :)

Kanlıca'dan sonra ne yapılacak fln denilirken sayı zaten 13e düşmüştür, Özge'nin ileri sürdüğü lunapark fikri pek talep görmeyince karşıya dönecek büyük çoğunluk Mecidiyeköy otobüsünü beklerken, önceden kafaya koyduğumuz profiterolü yemek için gelen otobüse Fjolla, Tuğra, Ayşegül ve ben atlarız, bu arada duraktaki mecidiköycülerde bir şaşkınlık ifadesi bırakırız, sanırım bu fikirden hepsi haberdar değildi....

Bindiğimiz otobüs Çengelköy'de trafik nedeniyle gitmeyi bırakınca inelim talebim kabul edilir ve ineriz. Fiko'nun kahvesi de neresiymiş bir bakarız, sonra size güzellik yaparım diyen tavukçuya giderken börekçiye tav olup böreklerimizi yiyip çayımızı içeriz.

Börek ziyafetinden sonra tekrar gelen otobüse atlayıp akan trafiğin etkisiyle Beylerbeyi'ne geldiğimizi anlar anlamaz inip ufak bir soruşturmayla bulduğumuz "Beylerbeyi Profiterol"de torpilli tatlımızı yeriz. Artık pek hareket edecek halim kalmamasından köprüye nasıl çıkarım planlarımı bir anda kafamdan savuşturup diğerleriyle Üsküdar'a gitmeye karar vererek, oradan bulduğumuz Bostancı otobüsü ve bir minibüsle Küçükyalı'ya eve ulaşırım ve bugünün de burada bittiğini buradan dünyaya duyururum :p

15 Kasım 2008 Cumartesi

Güneşli bir Cumartesi günü

Sabah uyandım güneşli güzel bir gün... Çıkayım sahilde bir yürüyüş yapayım hatta belki koşan amcalardan gaza gelir koşarım bile diye düşünerek umutla uyandım, ama bunu düşündüğüm o anda sıçrayıp dökülen duvarlara tezgaha ocağa yayılan (aklıma Dexter'ın ilk bölümlerinde yaptıkları kan sıçraması denemeleri geldi birden) keçiboynuzu pekmezi nedeniyle sanırım şu anda gitmemem daha iyi düşünerek evde kaldım.

Yarın sabah olacak ALES sınavı için biraz soru bakayım dedim, başlayana kadar geçen bir saat sonra bitene kadar bir de çay içelim denince saat oldu 5 buçuk. Bugün bir de gidip sınav yerimi göreyim diyordum ona da üşendim.

Bir güzel cumartesi daha böylece boşuna geçmiş oldu...

Hayat akıp gidiyor, hiçbir şey yapmadan anlamadan

9 Kasım 2008 Pazar

Türkçe'yi Katletmek

Türkçe'yi katletmek acaba benim 5 yaş altımda mı var sadece diye düşündüm bir an, sonra hatırladım ki ben de üniversiteye başladığımda onlar gibi kısaltmalar kullanarak yazıyordum sonra farkettim ki online ortamda kötü yazdıkça normal hayatta da kötü yazılar yazmaya başlıyorsun, mesela en basitinden türkçe dersinde kompozisyon yazmaya çalışırken hep kısaltmalar geliyor insanın kalemine...

Bu nedenle bir uyarı yapayım kardişim ve geniş çevresine, türkçemizi katletmeyelim güzel konuşup güzel yazmaya çaba gösterelim :)

okunan haberden sonra

Böyle haberleri okurken şu yeni heroesları izlesem de hayali dünya kurtarma çabalarını izlesem diye kafamda kuruyorum

ve farkettim ki okulda haftalar ilerdikçe okumaya yazmaya gezmeye yürümeye koşmaya yüzmeye her şeye üşeniyorum. Oysa ki itüdeki ilk yıllarımda her şeye vakit bulabiliyordum, ya da fazla yapmak istediğim şey yoktu bilmiyorum - ikilem mi bunun adı?...

Baba Vanga'nın Kehanetleri

Vanga nine, 1989’da Rus televizyonuna “İki çelik kuş kulelere çarpacak gökyüzü aydınlanacak, (11 Eylül saldırıları) Kursk (2000 yılında 118 Rus askerine mezar olan denizaltının adı) su altında kalacak bütün dünya arkasından ağlayacak, demiş. Kahin 1994 yılında da ” Vladimir’in zaferi dünyada herşeyi eritecek. (Gürcistan savaşı). İklimler değişecek (küresel ısınma) ve Rusya ayakta kalarak dünyaya hakim olacak” demiş. Vatan gazetesinin dediğine göre Baba Vanga Amerika’ya dair de şu kehanetlerde bulunmuş:

“Amerika Birleşik Devletleri’nin 44’üncü başkanı (Yani George Bush’tan sonraki başkan) siyah olacak. Bu Amerika’nın göreceği son lider olacak. Çünkü siyahi liderin göreve gelmesinden kısa bir süre sonra ülke büyük bir ekonomik krize girecek.

2008 - 4 ulkenin 4 devlet baskanina suikast girisiminde bulunulacak ve bu 3.dunya savasinin baslama nedenlerinden biri olacak. dunyada surekli kargasalar yasanacak.
2008 için böyle bir kehanet buldum, gerçi 2008 henüz bitmedi ama yine de ilk okuduğumda epey ilginç bulduğumdan kopyalayayım haberi dedim... hadi hayırlısı


2010 - 3.dunya savasi baslayacak ve ekim 2014 yilina kadar surecek.
2011 - radyoaktif dalgalarinin yogunlasmasi yuzunden hayvanlar ve bitkiler yok olma noktasina gelecek. musluman ulkeler kimyasal savas ile avrupalilari yok edecek.
2014 - insanligin yarisi deri ve diger organlarin kanser hastaligi ile bogusacak.
2016 - avrupa nufusu yari yariya azalacak.
2018 - dunyanin yeni hakimi cin'e gececek ve ekonomik olarak cin cok guclenecek.
2023 - dunyanin yorungesinde hafif bir degisiklik olacak.
2025 - avrupa da nufus daha da azalacak.
2028 - tukenen petrol ve diger yeralti kaynaklarinin yerine yeni bir enerji kaynagi bulunacak.
2033 - Kutuplardaki buzullar tamamen eriyecek. Okyanus seviyeleri yükselecek.
2043 - musluman bir devlet yeniden avrupanin tek hukumdari olacak.
2046 - tedavi edilmeyecek organ kalmayacak. gelistirilern yeni buluslarla hatali, hastalikli organin yerine yenisi (birebir) yeniden yapilacak.
2076 - butun dunyada "sinifsiz" komunizm sistemi yerlesecek
2084 - tabiat kendini yenileyecek
2088 - İnsanları saniyeler içinde yaşlandıran bir hastalık türeyecek
2097 - Bu hastalığın tedavisi bulunacak. Çabuk yaşlanmanın önüne geçilecek
2111 - İnsanlar robotlara dönüşecek.
2130 - Su altında koloniler kurulacak
2154 - Hayvanlar yarı insan haline gelecek.
2167 - yeni bir din ortaya çıkacak
2170 - büyük bir kuraklık olacak.
2273 - Tüm ırklar birbirine karışarak yeni bir ırk ortaya çıkacak
2299 - fransiz partizanlar islam dinine karsi ayaklanacaklar.
2304 - ay'in sirri cozulecek
3797 - dunyanin sonu gelecek. baska bir gezegende insan yapimi yeni bir hayat baslayacak.

25 Ekim 2008 Cumartesi

Bloglara erişim engellendi

zaten erişmekte zorlanıyoruz garip yollar deniyoruz, liseden arkadaşımın kardeşinin arkadaşı face'te delirtti beni saçma sapan konuşuyorlar, neymiş bu sitelerin kapanması iyiymiş böyle cezalandırıyorlar akıllarınca :S kimi ?

özetle... her saniye binlerce video ve yazı eklenirken anında kontrol etmeleri imkansız gibi bir şey, tabi bir kontrol sonrası eklemeye izin verebilir(youtube için tartıştık da) ama sanırım biraz da hız ve internette özgürlük gereği bunu uygulamıyorlar, site erişimini engellemek çağdışılıktır, türkiyedeki insanları engellemenin bir anlamı yok. Bizim yapmamız gereken siteye tazminat davası açmak, bak bakalım ceplerinden milyonlar çıkarken böyle videoları barındırabiliyorlar mı :D ? dünya özgürlük dünyası suç işleyen de cezasını alır der ve gerikafalılığın anlamı yok diyerekten çekildim...

20 Ekim 2008 Pazartesi

ödev yapmak...

Wireless Communication Networks dersinin 2. ödevi verilmiştir. Normalde ödevleri yapabilen arkadaşlarda bir çözüm yoktur henüz, sonra bu sitede kayıtlı olmayan bir telekomcu ödevin tüm sorularının çözümlerini bulur ve Çağrı'ya yollar. İşte her şey böyle başlar:)

Hep böyle olmadı mı bir çoğumuz için? Ödev verilir son geceye kadar bir şey yoktur elde, son gece internette dolaşan çözümler...

Sanırım birinci sınıftaki her hafta verilen fizik ödevlerinden beri bu böyle devam edip gidiyor benim ve belki pek çoğumuz için

İşte bu durumun acı bir sonucu ise gelen çözümlerden bir şey anlamamak ve anlamaya çalışmaktan pes etmiş yorgun gözlerle gelen çözümü kağıda yazmaya başlamaktır...

Ben de ekranda ödevin çözümleriyle, bana ödevin gelmesini sağlayan yüce haberleşme programı windows messenger iletime yazarım: "elimde çözümler... ben anlamaz, bakar bakar, haberleşmedeki ağı takdir eder ve çözümleri geçirir" yazar ve bu anıyı telekom blogumuza kaydederim :)

18 Ekim 2008 Cumartesi

bu wireless ödevi nasıl yapılacak, bedük'e ilerde hangi gün gidilebilecek, yapılan limonlu kekin yanında çay içilecek...

Model Model İnsanlar

birden farkına vardım insana yapışan saçma sapan sorular soran ve sorduğunun cevabını da aklında tutmayan bir insan grubu var. Böyle insanların değişik alanlarda bulunması, acaba "insanlar modele göre gruplanabilir mi"yi aklıma getirdi...

12 Ekim 2008 Pazar

21 gram

Biraz da kesişen hayatların filmi, izlerken aklıma son bir yıldır aklıma gelen düşünceler gene üşüştü... Hepimizin bu hayatta bir görevi var, bazılarımızınki başroldeki kişinin hayatı için harcanıyor; ama kim başrol kim yedek oyuncu bilemiyoruz, sadece yaşayıp gidiyoruz. Eğer başrolde kendin varsan anne baba da görevleri bitince bir yerlerde çekip gidiyor, çünkü işleri bitmiş bu dünyadaki görevlerini tamamlamışlar

6 Ekim 2008 Pazartesi

Vahşi Kapitalizm

evet şu anda vahşi kapitalizmin bir sonucu olarak başta ABD'de olmak üzere en önemli bankalar batıyor ya da küçülme planları uyguluyorlar. Bunun bizdeki sonucunu da okulda görmek mümkün.

40-50 kişilik bir topluluğa baktığımda, insanların yarısının vahşi kapitalistlerden oluştuğunu, bunların başarılı olmak için diğerlerinin -dost,arkadaş dinlemeyip- üstüne basıp yükselmekte kullandıklarını gözlemlemekteyim. Bu insanların diğer yarısının yarısı ise kendine güveni olmayanlar ile vahşi kapitalistler tarafından ezilmemek için kendilerini geri çekenlerden oluşuyor(belki de daha fazlası). Topluluğun 4te 1i ise yardımsever insanlardan oluşmakta, fakat bunların da yarısı durumun farkına varıp kendini kullananları farketmiş ve tek kişilik bencil yaşama gömülmüş durumdalar.

bugün derste aklıma gelen kabaca yüzdeler böyle biraz hesapla değişebilir

hala iyi olarak kalmış az miktarda insan kaldığı müddetçe son gelmeyecek, diğer kötü olma potansiyelindeki insanlar da iyi görünerek ve arada iyilik yaparak devamlılığı sağlayabilecekler...

1 Ekim 2008 Çarşamba

Heroes ardından

İyiler ve kötüler peşpeşe izlenen yeni sezon üç Heroes'dan sonra aklımda dönen düşünce... Kötüler iyiye dönüşür mü ya da iyiler kötüye, insan değişir mi?

21 yıldır gördüğüm insanlar değişiyor, ama belki de aralığında bulunduğumuz yaş itibariyle şimdilik böyle birkaç sene sonra şu anki halimizde kalacağız, bunu önümüzdeki senelerde göreceğim. Ben de değişiyorum, 3 sene önceki yaşam tarzımdan eğlence anlayışıma aileme bakışıma kadar şimdi epey bir değşiklik oldu; ama bir taraftan da 3 yaşımda ne isem hala oyum. Hatta o zamanlar aldığım kararların daha doğru kararlar olduğuna inanıyorum, bu sebeple de hayatımı doğru yaşamak için o yaşlarımı bilen insanlara ben ne yapardım amacım neydi diye sorup araştırmam gerekiyor.

Heroes, sonunda başladı da ben alıp götürüyor başka zamanlara :)

9 Eylül 2008 Salı

Starbucks Brownie


Sonunda teyzemin gelmesiyle yapacak gücü bulduğum browni tarifini olur da sitedeki tarif kalkar diye buraya koydum :) {Yalnız ben normal bitter kullandım ve yaklaşık 4 çorba kaşığı çekilmiş ceviz ekledim.}

Gerekli malzemeler ;

* 160 gr Milka sütlü bitter çikolata, (iki paket)
* 1 su bardağından iki parmak eksik ayçicek yağı
* 2 yumurta
* yarım paket vanilya
* 1,5 su bardağı şeker
* 1 çay bardağı un
* 4 çorba kaşığı kakao
* 4 çorba kaşığı damla çikolata

Öncelikle fırınımızı 180 dereceye getirip ısıtmaya başlayalım.
19 cm'lik dikdörtgen bir kalıbı yağlayalım.

Çikolatalarımızı benmari usülü eritelim. Yumurta, yağ ve şekeri mikser ile yaklaşık 10 dakika çırpalım. (yavaştan hızlıya) İçerisine benmari usülü erittiğimiz çikolatayı ekleyelim ve 2 dakika daha çırpalım.

Ayrı bir kaba unu, kakaoyu ve vanilyayı eleyelim. Ve çikolatalı karışım içerisine ilave edip önce spatula ile sonra mikser ile karıştıralım. En son damla çikolatalarımızı ekleyip son bir kez spatula ilekarıştıralım.

Önceden yağladığımız kalıbımıza karışımımızı dökelim ve spatula ile üzerini düzgünleştirelim.

180 derece ısıttığımız fırınımızda üzeri kıtırlaşana kadar yaklaşık 35 dakika pişirelim. Piştiğini anlamak için içerisine kibrit çöpü batırabilirsiniz. Yanlız çok kurutmadan pişirmeye dikkat edin, biraz sulu ve yumuşak kalması gerekiyor.

Kremalı Somon

yaklaşık 1 ,5 ay önce yaptığımız yemek tarifi, balıktan mı köriden mi yoksa kremadan mı bilmiyorum ama fırında pişmiş olarak yediğim en güzel somondu.

# 1 kg. somon
# 3 tane patates
# 1 büyük soğan
# 1 çay kaşığı köri
# 1çay kaşığı toz biber
# 1 tatlı kaşığı tuz
# 1/2 bardak sıvı krema
# Maydonoz, karabiber

# Patatesleri yarım halka, soğanlarıda piyazlık doğranır.
# Kremanın içine baharatları koyarak karıştırılır.
# Patates, maydanoz ve soğanlar karıştırılıp tepsiye yayılır, üzerine balıklar derileri üstte kalacak şekilde konur.
# Krema balıkların üzerine gezdirilip 200° de 1 saat fırınlanır.

yardım aldığım site için

6 Eylül 2008 Cumartesi

Kuşbaşı Etli Enginar


Bugün yerel kasabımızdan aldığımız yağsız kuşbaşı etleri ne yapalım derken, bir kaç gün önce aldığımız enginarlar geldi aklıma ve internetten bulduğum tarifi biraz değiştirdim.

Malzemeler

6 adet enginar
****1 adet limon suyu** enginarım konserveydi kullanmadım
1 yemek kaşığı sıvıyağı
200 gram yağsız kuşbaşı et
2 adet orta boy kuru soğan
1 adet orta boy domates
4 adet sivri biber
*1 adet patates
*1 adet havuç**********garnitür halinde
*6 yemek kaşığı dondurulmuş bezelye
1 avuç maydanoz
1 tutam tuz
1 tutam karabiber

Yapılışı

Temizlenmiş enginarları limonlu suda haşlayın. Ayrı bir tencerede kuşbaşı eti üzerine biraz su ilave ederek orta ateşte pişirin. Suyunu çekince yemeklik doğradığınız soğanı 1 yemek kaşığı sıvı yağ ile birlikte orta ateşte pembeleşinceye kadar pişirin. Küp küp doğranmış patates, havuç, sivri biber, domates ve bezelyeyi tencereyi karıştırarak sırayla ilave edin. 2 su bardağı kaynamış suyu, tuz ve karabiberi ilave edip pişirin. Garnitürünü hazırlamış oldunuz. Haşladığınız enginarları bir fırın kabına alın pişirdiğiniz garnitürü enginarların üzerine yerleştirin. Fırında 15–20 dakika pişirip maydanozla süsleyin. Sıcak olarak servis yapın.

14 Temmuz 2008 Pazartesi

Kremalı makarna tarifleri

http://midefesati.blogspot.com/2005/11/keyifli-ve-abuk-kremal-makarna.html

500 gr Barilla La Collezione deniz kabuğu makarna, 10 adet kültür mantarı -pek ince kıyılmış, 10-12 adet ufak parçalara didiklenmiş pastırma, 1 küçük boy konserve tatlı mısır, 7-8 yaprak taze fesleğen, 1 kutu hazır krema, 2 diş sarımsak (rende değil, ince kıyılmış), zeytinyağı, pulbiber, sumak, tuz, karabiber ve arzuya göre diğer baharatlar...

İlk once makarnayı haslayın. Haslandıktan sonra süzgec yardımıyla makarnayı süzün ve suyla yıkayın. Daha sonra aynı tencerenin içine kremayı dökün. Kaynamaya basladıgı zaman ince ince kıyılmış maydanozu dökün ve karıştırın. Daha sonra zeytinleri dökün(zeytinleri cekirdeklerinden ayırın ve dilimler halinde kesin.). Krema zeytinlerin karısmasından dolayı hafif morumsu bir renk alır. Bu rengi aldıktan sonra tuzunu koyun. Makarnaları tencereye bocalayın. Ddaha sonra hafif ateste makarnayı karıstırın.
_____________________________________
http://yemek.wordpress.com/2008/01/14/ispanakli-kremali-makarna/
500 gr düdük makarnasi, 400 ml sivi krema, 3 parca dondurulmus ispanak, 1 yemek kasigi nisasta, 3 - 4 kasik kasar rendesi, tuz, karabiber, pul biber
_____________________________________
http://www.misssgibi.com/?p=56
1/2 paket makarna, 100 gr. krema, 1/2 paket kremalı sebze çorbası, 1 çay bardağı su, 3-4 diş sarımsak, 1 demet maydanoz, tuz, karabiber, et su tablet, 2 yemek kaşığı zeytinyağ, Parmesan veya kaşar istendiği kadar
Hazırlanışı:
1- Makarnayı istediğiniz şekilde haşlayın. Ben yukarıdaki makarnayı su kaynadıktan sonra 9 dakika haşladım.
2- Makarnayı süzüyoruz. Bir tavsiye ben makarna suyuyla çorba yapıyorum. hem besleyici değeri yüksek hem de lezzetli.
3- Tencerenin içine zeytinyağ ve sarımsakları doğrayıp yağda çeviriyoruz. içine krema, et suyu tableti, tuz ve karabiber ekliyoruz. Üzerine bir çay bardağı su ve kremalı sebze çorbası tozunu ilave edip bir taşım kaynattıktan sonra makarnayı sosa döküp karıştırıyoruz.
4- Maydanozları ince ince doğrayıp tencereye ekliyoruz. Karıştırıyoruz. Servis ederken üstüne parmesan koyuyoruz.

Afiyet olsun.

dönüm noktası..

Hiç bir şey beklendiği gibi gelişmez... Ama bu kadar beklemezdim...
İstanbula gittik, kardeşimle 27 haziran cuma akşamı ulusoy ile, hem de 2 gün önce öğrenilen ve hayatı değiştirmeyi gerektirecek haberden sonra... Cumartesi istanbulun sıcağına alışmakla geçti. Teyzemle beraber kardeşime idealtepe sahili gösterdik. Pazar ise sabahtan Kadriye teyzeme kahvaltıya geçip, sonradan alışveriş gezintimize başladık. 4leventteki outletleri gezip hiç bir şey bulamadık, ama teyzeme yaradı kendine elbise aldı =) Sonra İstanbul'a o gün gelen Fjolla'yı da kapıp taksime gittik. Collezione'u teyzem satın aldı, birbirimizi kaybettik, o arada Özge'ye şort aldım falan filan... Akşama taksime dünya kupası finalini izlemeye gitmeye halim kalmadığından idealtepede kaldım. Sonra 1 hafta etkinlik, vize başvuru uğraşları neyse anlatmak gereksiz..

11 temmuz cuma akşamından beri tekrardan samsundayız. Son sınıfta da itüdeyim...

17 Haziran 2008 Salı

değişik yemek yapmaya karar vermek

Bağımlı hayat...
anneme, babama, eve bağımlı yaşıyorum. Böylece ailenin istanbulda olmasi nasil bi sey oldugunu kafamda canlandirirabildim. Aslında öyle güzel plan yapabilirim ki... önce istanbula etkinliğe, sonra 12-19 temmuz budapeşte, sonra 1 hafta ayşegüllerin bodrumdaki yazlık, en sonra da samsuna bizim yazlığa süper tatil programı olabilirdi

Ben de artık evde boş boş otururken her gün değişik yiyecekler yapmaya karar verdim. Dün bu kararlılıkla tavuklu patlıcan sarma yaptım. http://www.samsunili.net/iceriky.asp?id=161 sitedeki tariften faydalanarak.

Bugün ise önce otlu kek, ama yanlış anlamayın hollandadakilerden değil :p. İçinde dereotu maydanoz fln var "ot" olarak. http://klubem.blogspot.com/2008/01/otlu-kek.html bu sitedeki oktay ustanın tarifiyle yaptım. Sonra da zeytinyağlı yeşil fasülye yemeği pişirdim. Akşam üzeri de -sonunda- kendime ton balıklı salata yapıp yedim.... oooh nefis :p

16 Haziran 2008 Pazartesi

yazlık

Cumartesi günkü inşaat pisliği temizleme eziyetinden sonra pazar günü daha temiz işlerle uğraşarak geçti. Yediğimiz fazla pişmiş soya kıyması oranı fazla - yani çok beğenmedik- pideleri yiyip babamıza babalar günü hediyelerini verdikten sonra terasa halı yıkama görevimizi yerine getirmek üzere çıktık. Sevgili kardeşim tek halıda ölüp bitince tabi sırılsıklam olmasının da bunda önemli bir etkisi var, işi anneme bıraktı. Ben de sanırım biraz mazoşistçe aldığım zevkten dolayı halı yıkamaya devam ettim ama kendimi fazla kaptırınca dizlerimin yaralanmasına ve yüzümün güneşten yanmasına sebep oldum. Halılar bitince yeni aldığımız şezlonglarda biraz kiraz keyfi yapıp temiz küçük odada uykuya daldık. Sonra saat 3 civarı babişimle denize girdik, artık su ısınmış yaz gelmiş, farkettik.

Pazar akşam kışlık eve dönüp türkiye-çek maçını izledik, tabi ben 2. yarıda bizim ilk gole kadar izlemedim, sinirim bozuldu. Ama ilk golün arkasından gelen 2 gol, sonra volkanın kırmızı kart almasıyla ilginç bir maç oldu... Sonuçta Türkiye çeyrek finalde...

12 Haziran 2008 Perşembe

dünya kupası

Dün 2008 avrupa kupasında bizim grup maçlarının ikinci günüydü. Önce portekiz'in çekleri yenmesiyle, sonra da isviçre galibiyetimizle mutlu olduk. Ama hala çekleri yenmek zorundayız... Bakalım göreceğiz =)

5 Haziran 2008 Perşembe

o gün

Bugün iki tane film izledim, biri Nelson Mandela'nın hapiste geçen döneminin anlatıldığı Goodbye Bafana, diğeri henüz türkiyede vizyona girmemiş MIT öğrencilerinin Vegas'ta oyunda kartları sayarak epey para kazandığı 21 adındaki film...