28 Mart 2010 Pazar

Aşk Tutulması (2008)


Fanatik Fenerbahçeli oğlan(Tolgahan Sayisman) kız(Fahriye Evcen)ın arabasına çarpar, ve görür görmez de kıza çarpılır. Sonra annelerin çöpçatanlık numaralarıyla iki gencin arası yapılmaya çalışılır. Bu arada kız işinden istifa eder, oğlan kovulur başlarına pek çok olay gelir. Fanatiğimiz totem(sevdiği bir şey için başka bir şeyden vazgeçiyor) yapmakta ve böylece maçları kazandıklarını düşünmektedir, fakat totem merakı fanatiğin başına büyük iş açacaktır.

Fahriye Evcen'in sesine sinir olduğumdan mıdır yoksa gerçekten kötü rol yaptığından mıdır niye bu kızı oynatmışlar dedim sık sık(özellikle o kendine has sesiyle konuştuğunda), onun dışındaki oyunculuklar (ki bolca tiyatro kökenli oyuncu vardı)başarılıydı. Film belli ki oldukça ucuza çekilmişti, ortalama diziler gibi görünüyordu. Ancak film müzikleri, oyuncular ve espriler keyifli vakit geçirtti.

Kısaca akşam evde ailecek vakit doldurmak için izlenebilecek bir film... Şimdi ise aynı kanalda zamanında izleyip beğendiğim Güneşin Oğlu adlı film başlayacak..

26 Mart 2010 Cuma

Başka Semtin Çocukları (2008)

İlk 15 dk'sını kaçırıp, konusuyla ilgili de en ufak bir fikrim olmayınca konuya adapte olmam epey zor oldu, böyle ağır konulu türk dramlarını sevmiyorum dedim, sonra baktım bir de mahalle çeteleri işin içinde dedim, e ben böyle film konularını zaten sevmiyorum. Tv'de izleyince bol küfürlü olması nedeniyle bazen konuşmanın tamamının kesildiği sahneler de tuz biber oldu, ama sevmediğim bir konuda olmasına rağmen sonuna kadar izleyebildim, bunun nedeni sanıyorum ki yönetmenlerin başarısı... Bir de Ertan Saban oyuncu olarak dikkat çekiyordu. Son 5 dk'yı kaçırdım, işte TV kanalında film izlemenin bir defosu daha-reklamlar-, ama tahmin ettiğim gibi bitmiştir diye düşünüyorum :)

Filmin konusu internetten :
"Çöplerin içinde bulunan bir ceset. İstanbul Gazi Mahallesinde işlenmiş bir cinayet.
Öldürülen gencin ağabeyi Güneydoğuda yaptığı askerliğini yeni bitirmiş, geri dönmekte!
Kardeşinin katilini bulmak için harekete geçtiğinde cevaplanması zor sorularla dolu bir başka savaşın içine sürüklenmektedir. Gerçeğin arayışı içinde iz sürerken, kaybedilen şeyin sadece kendi kardeşinin hayatı olmadığını görecektir."

24 Mart 2010 Çarşamba

Heyecan


Bugün iksv film festivalinden 5 filme(planladığım 6 tane daha vardı, yer kalmamış), şehir tiyatrolarından 4 oyuna bilet aldım. Bir aksilik olmazsa Nisan ayı filmli tiyatrolu yoğun geçecek :)

Filmler: Sweetie, Akvaryum, Rezervuar Köpekleri, Getirin Kellesini, Elveda
Oyunlar: Coriolanus, Bakhalar, Dokuz Kadın, Maskeliler

Umarım hepsine gidebilirim, Nisan için heyecanlıyım :)

20 Mart 2010 Cumartesi

Yüreğine Sor(2010)

Büyük ve üstün güzellikteki Tuba Büyüküstün'ün başrolünde oynadığı filmi normalde tv'de bile izlemeyi düşünmüyordum; ama denk geldi Karadeniz filmi olması sebebiyle üç kuzen gittik izledik. Bu üstteki fotoğraftaki elbisesi de favorim oldu, hatta olsa da giysem dedim :). Öyle normal bir film, eksiklikler(sırıtan durumlar) var ama belki de beklentisiz gittiğimden izlediğime pişman olmadım...

Osmanlı'nın son dönemleri... Ülkelerarası siyasi durumlar sebebiyle Doğu Karadeniz'de yaşayan Türkler ile Rumların müslüman-ortodoks din sorunları yaşaması ve Müslüman bir Türk kızı ile Ortodoksluğunu gizleyen bir Rum gencinin aşkını konu ediniyor. Başlardaki, hoca(yanılmıyorsam Mahmut Gökgöz)nın gözlerini kocaman açarak konuştuğu ufak sahnesinde imam çok sevimli geldi. Sonra çeşitli gelenek görenek gördüm, ki belli onlar da daha ayrıntılı ve ilgi çekici anlatılabilirdi. Karadeniz'den doğa manzaraları vardı ki bence oldukça zayıftı. Hele şu yabancıların kendi ülkelerini-şehirlerini nasıl da mükemmel gösterip özendirdikleri filmleri düşününce nerdesiniz Türk yönetmenler diyorum. Bir de bu filmin yönetmeni Karadenizliymiş, filmdeki başarısız yanma efektini düşününce belli ki çok paraları yoktu ondan güzel olmadı diyorum ama biraz sponsor bulup daha başarılı görüntüleri olan bir film yapamazmıymış(gerçi tek eksik görüntü değildi, neyse).

Son olarak anladım ki sıcak insanını, zengin kültürünü ve mükemmel yeşilini bir arada görebileceğim bir Karadeniz filmini izlemeyi çok istiyorum, varsa tavsiyelerinizi beklerim :)

18 Mart 2010 Perşembe

İntiharın Genel Provası

Bennu Yıldırımlar, Bora Seçkin, İbrahim Can, Serhat Kılıç'ın oynadığı, Sırp yazar Duşan Kovaçeciç'in eseri, M. Nurullah Tuncer'in yönetimindeki oyun dün akşam Muhsin Ertuğrul sahnesindeydi... Geçen haftalarda(yanılmıyorsam 7 Mart) Medya Kralı'na konuk olduklarında ben çoktan biletleri almıştım, orada izleyenleri gülmekten koparan Serhat Kılıç, oyunda da mükemmeldi, hatta o kadar iyiydi ki -bence- diğer oyuncular gölgede kaldı (ki ben bileti alırken daha önce Üç Kız Kardeş'te izlediğim -o oyunun parlayanı- Bennu Yıldırımlar için almıştım). Bir de salona izlemeye gelenler arasında Metin Uca da vardı, hatta oyun açıklamalarına bakarken (sonra farkettim) yanımdaydı, seviyorum kendisini; ama göbek yapmış tanıyamadım biraz kilo verip, sağlıklı yaşama dönsün :)
Oyun her şeyini kaybettiğini düşünen (ki sorunun 'sadece' para olduğunu oyunun sonunda acı bir şekilde anlıyor) bir mimarın, Tuna köprüsünden atlayarak intihar etmeye karar vermesiyle başlıyor. Oyundaki sahne tasarımı ilginç ve başarılıydı. Adam önce bir balıkçı, sonra sevgilisi tarafından ikna edilmeye çalışılıyor, ama işsiz adama ikna çabaları yaramıyor. Adam ancak sonradan gelen kaptanın sana iş buldum müjdesiyle köprüden iniyor. Sonra borçları ödeniyor ama artık daha kötü bir durumdadır, gözü, böbreği, bacağı gitmiştir.... Oyunun açıklamasıyla: "İlk anda, `hayatta daha kötüsü ne olabilir'? diye düşünürken, akıl almaz olaylar yaşamış, bu kez ruhunu da kaybetmiştir."

Benim favori karakterim psikiyatr oldu, ama işadamı da hepimizi güldürdü. Her ikisini de hatta kaptanı ve avukatı da Serhat Kılıç oynuyor, hatta oyunun oldukça ilginç olan sonunda isyan ediyor: Dört rol oynadım, bir de beşinciyi veriyorsunuz diye. Bennu Yıldırımlar'ı izlediğim bir önceki oyunda olduğu gibi bunda da bis yaparken seyirciyi coşturmayı bildi :)

Sistemin koyunları nasıl kurtlara yem ettiğini gösteren(Kurt neden ot yemez? Çünkü bunu onlar için koyunlar yapar.), bir taraftan sağlığın kıymetini bildirmeye yönelik, yer yer danslı ve trajikomikliğiyle güldürücü bu tek perdelik oyun izlemeye değer...

"Serhat Kılıç Medya Kralında" videosu...

14 Mart 2010 Pazar

Neşeli Hayat(2009)

Yılmaz Erdoğan'ın yazdığı, içinde bolca BKM oyuncusu barındıran film hiç de adı gibi bir film değil, bu nedenle bizim gibi güzel vakit geçirelim gülelim eğlenelim mantığıyla izleyeceksiniz hiç izlemeyin. Filmin hayat mücadelesi adınaysa mesajı bol...

****Buradan sonrası filmle ilgili bilgi içerir****

Önce yemek işine girip kendi yerini açıp kriz söylentileriyle iflas eden, sonra Herbal life tarzı işleyen bir sistem yüzünden hayattan son kazığını yemiş başroldeki Rıza (Yılmaz Erdoğan) yılbaşı sebebiyle artan iş fırsatlarını değerlendirir ve bir oyuncakçıda günde 12 saat, günlüğü 40TL'ye noel baba olarak oyuncakçı kapısında durmaya başlar... Hikaye böyle, film ise sıkıcı ama insancıl, o nedenle gereksiz diyemiyorum. Bir de unutmadan oyuncakçıdaki cep telefonuyla konuşma olayazan(Rıza'yı, yanında duran kayınbiraderi, cebinden arar; ama Rıza kimliğini gizlediği için telefonu açmaz) sahne çekilirken, oranın önünden geçiyordum ve reklam filmi çekiyorlar sanmıştım, meğer normal filmmiş, ayrıca Yılmaz Erdoğan'ı da o kılıkla tanımadık :)

Sonunda mutlu bir sonla, en azından mutlu diye belki mutlu olmuş seyirci yaratarak, film biter...

Filme bayılmış birinin yazısını okuyarak, filmde güzel olan kısımları görmek isterseniz...

11 Mart 2010 Perşembe

Tarla Kuşuydu Juliet

Tarla Kuşuydu Juliet'te, Romeo ve Juliet karakterleri ölmemiş, evlenmiş bir çocukları olmuş, hatta evliliklerinin 30. yılına yaklaşmışlardır. Ancak artık sürekli bağrış çağrış şeklinde süren evlilikleri Shakespeare'ı mezarında rahat bırakmaz ve müdahale etmek üzere evlerine getirir. Oyunda Çağlar Çorumlu, Engin Alkan, Murat Bavlı, Sevinç Erbulak hem oynuyor hem de filmin müziklerini yapıyor: 3 çeşit gitar(klasik, elektro, bas), bateri, org, mandolin ve zille...
En ilginç olan oyuna 5 dk var anonsu yapılırken Romeo ve Juliet rollerindeki Engin Alkan ve Sevinç Erbulak'ın sahnedeki mutfağa gelip yemek pişirmeye başlamaları ve burnumuza harika kokular gelmesiydi, sonra da pişirdikleri spagettiyi oyun esnasında kırmızı şarap eşliğinde yediler :) Bir yerde dadının sahnede kostümünü değiştirip Juliet'e dönüşmesi, bir de seyircilerin genelde aydınlıkta olması, (ışıklar bizim de üstümüzdeydi),  izleniyor gibi olmak nedeniyle biraz ilginçti :)
Sevinç Erbulak'ın oyunculuğunu, ses tonunu, şirinliğini sevdim, o yeni başlamış oynamaya önceden Özlem Türkad oynuyormuş, bu yüzden hep onun fotoğrafları vardı her yerde. Shakespeare rolündeki Çağlar Çorumlu'ya bayıldım, Rahip Lorenzo(Engin Alkan)'ya da güldüm; ama izleyiciler daha çok Romeo(Engin Alkan)'nun esprilerinde koptu, ben genelde gülümsedim :) Rahip'in kızı Lükretia rolündeki Murat Bavli de başarılıydı.

Sadece yer yer tatil köyü animasyonu-animatörleri havası sezdim, biraz yordu o durum beni, ama genel olarak oldukça eğlenceli ve hareketli bir oyun. Oyunu neredeyse tüm salon ayakta alkışladı...

Düzeltme: Erbulak'lı fotoğraflar ekledim

9 Mart 2010 Salı

Veda (2010)

Televizyondaki tanıtımlarını gördüğümde mutlaka sinemada izlemeliyim dedim ve bu kararımda gene yanılmadığımı gördüm. Zülfü Livaneli mükemmel film çekmiş(görüntü yönetmeninin de hakkını yememek lazım), diğerlerini de en yakın zamanda izleme kararı aldım. Hikaye Mustafa Kemal'in başyaveri Salih Bozok'un kaleminden ele alınmış şekilde anlatılıyor, ki hiç aklımda kalmamış bir insan ve zaten filmdeki durumuna baktığımızda Atatürk'ün hayatını mahveden insanlardan biri olarak görüyoruz.

Görsel olarak bakıldığında fotoğraf karesi gibi sahneler, harika kostümler(52 terzi çalışmış az değil), aksesuarlar (3 şapka, 6 ayakkabı ustası tarafından hazırlanmış) göz kamaştırıcı.


Oyunculardan özellikle 6-7 yaşlarındaki Mustafa'yı oynayan Fikret Kagan Olcay mükemmeldi. Hatta çoğu sahnede duygulanmayı olaylar ve replikler değil, oyunculuklar verdi. Sadece neden bilmiyorum Sinan Tuzcu'yu Mustafa Kemal olarak görmekte epey zorlandım, kötü rol yapmıyordu sanki ama orada göremedim, bir sorun vardı. Zübeyde Hanım içinde Dolunay Soysert'in yanında bir de yaşlı oyuncu kullansalarmış daha iyi olurmuş. Özge Özpirinçci'nin oynadığı Fikriye Hanım'a bu filmde bayıldım; bazı kitaplar Latife Hanım 'ı haklı gösterir, burada Fikriye Hanım haklı ve ezilen rolünde, gerçekleri bilemeyiz ama buradaki anlatım daha gerçekçi geldi bana ve Fikriye Hanım'ı sevdim.

Filmde Mustafa Kemal'in gerek birden sahneye atılıp Zeybek oynaması(gerçi Sinan Tuzcu'nunki bana da bir garip geldi), gerek insanların hayal olarak görebileceklerini yapacağım diye anlatıp yasa olarak yazdırdığı sahnelerde çevresindekilerin şaşkın, hatta Paşa delirdi mi bakışları çok keyif verdi bana, asla asla dememek gerek.....

İzlerken ah dedim, Seda (Bayındır Uluskan) hocanın derste Mustafa Kemal'i anlattığı şekilde(bir yandan yaptığı devrimleri, yenilikleri, yoktan var etmelerini anlatırken diğer yandan insan olmanın gereği hatalarını, yanlış insanlara güvenmesini ve diğer taraftan renkli kişiliğini anlattığı şekilde bir toparlayıcı paragraf olsaymış.

Ve hayatımda ilk kez film bitiminde alkışlandı, bir de sonda öylesine duygulu bir dış ses olsaymış seyirciler filme saygının yanında bir de ağlamaktan yazıların sonuna kadar yerinden kalkmayacağı şekilde bitseymiş daha güzel olurmuş diye düşündüm...

8 Mart 2010 Pazartesi

Mamma Mia! (2008)


Filmi izlemeye başlarken ilk düşündüğüm bu ne güzel mavi tonları oldu ve tabii ki cam gibi deniz ve çeşitli Ege ağaçları :) Niye Yunanlılar'ın kendi Ege'sini pazarladığı gibi, bizim Ege'mizin de reklamı yapılamıyor hem bizde fazlası var diye düşünmeden edemedim gene...

Neyse filme dönersem, Broadway müzikalinden uyarlanmış, konusu tamamen geyik ama özellikle böylesine yağmurlu ve soğuk havada tam izlemelik, enerji doldurmalık, ABBA şarkılarıyla dolu bir müzikal film. Film çekilirken 59 yaşında olan Meryl Streep nasıl en fazla 35 gösteriyor ve ne acaip sevimli rol yapıyor, kadın her filminde döktürüyor (2) Oscar'lı oyuncu dedikleri böyle bir şey olmalı (ki bence Julie & Julia'daki performansıyla 3.yü haketmiş, ama olmadı sağlıklı olsun başka filmle alsın :p); Pierce Brosnan'ınsa mavi gözleri filmin tamamıyla uyumlu diye düşünmeden edemedim :)

Müzikal filmler genelde yorucu oluyor, ama eğer sürekli şarkılı danslı olmasına hazırlıklı olunursa bu sinemada da çok yormaz diye tahmin ediyorum, bir de yazılarla beraber müzikal devam ettiğinden bir kez daha sevdim filmi :) Eve gittiğimde birde büyük ekranda izlemeyi düşünüyorum...

Bu da ABBA'nın "money money money" şarkısı :)

5 Mart 2010 Cuma

Şen Dul

İstanbul Devlet Opera ve Balesi'nin şu andaki tek sahnesi olan Kadıköy Süreyya Operası'nda Şen Dul operetini izledik. Başta opera diye düşünüp girmiştik, sonra öğrendik ki bu bir operet. Operet nedir dersen, kelime anlamı küçük opera olan, içinde tiyatronun ve müzikalin de yer aldığı bir opera oluyor. Müzikli danslı her türlü gösteriyi seven ben, doğal olarak opereti de sevdim, yanımda sürüklediklerim de sevdiler, böylece mutlu terkettik o görkemli binayı :)

Perde açıldığı anda seyirciyi karşılayan büyüleyici kokteyl havası, parlak giysili Valencienne (Pınar ÜNKER) ile gözleri kamaştırıp izleyiciyi alıp gidiyor. Bu arada başlayana kadar merak içinde fısıldaştığımız konu operetin dili ne sorusunun cevabı türkçe ve ekstradan türkçe üst yazılı :) Üst yazı ise sahnenin tepesine yerleştirilmiş ışıklı yerden okunuyor. Bir de kadınlar&erkekler ayrı ayrı şarkılı gösterisi ile bale sanatçısı olduğunu tahmin ettiğim dansçıların gösterileri de heyecan vericiydi. Ayrıca şansımıza Danilo rolünde Hakan Aysev vardı.

Yer var mı bilmiyorum, ama biletlere http://www.idobale.com/ 'den bakılabilir...

2 Mart 2010 Salı

Nine (2009)

Bir müzikal film, ama bu sefer işleyiş farklı. Müzikalin filme çekilmesi filmin asıl konusunu oluşturuyor, bu nedenle farklı bir film. En iyilerden olmasa da iyilerin yanında bulunabilir, imdb'deki 6,4'lük nota rağmen bence 7,5 civarında bir notu hakediyor...
****Buradan sonrası filmle ilgili bilgi içerir****

Filmde en çok dikkat çeken pek çok güzel kadın oyuncunun olduğu:

Jeux d'enfants'ın yıldızı masum yüzlü Marion Cotillard yönetmenin eşi rolünde,

oynadığı her filmde kendinden söz ettiren Penélope Cruz yönetmenin metresi rolünde (bence bu sefer o kadar dikkat çekmiyor, belki diğer yıldızların yanında normal kaldığından, belki de bu filmde yüzü dışında bir yere makyaj yapılmadığından ve bu nedenle cildi pürüzsüz görünmediğinden (: ) ,

filmin içindeki filmde yönetmenin filmlerinin değişmez başrolündeki rolüyle Nicole Kidman,
neden bilmem bu filmde en çok beğendiğimse Vogue dergisi yazarı rolünde oynayan Kate Hudson (ki onun podyumda geçen müzikal sahnesi de en sevdiğim oldu),
ellerinde zillerle yaptıkları dansın olduğu harika sahnesiyle izlerken o olduğunu tanıyamasam da Fergie,

filmin kostüm ve makyajdan sorumlu annecan tavırlarıyla sevimli Judi Dench

ve artık 76 yaşına gelmiş ama taş bebek gibi görünen Sophia Loren vardı.

Filmde oyunculuğuyla asıl dikkatimi çekense Guido Contini rolünde 50 yaşında olmasına rağmen, kendini 10 yaşında bir çocuk gibi hisseden, başroldeki Daniel Day-Lewis oldu, onu daha çok filmde izlemeliyim :)

1 Mart 2010 Pazartesi

Elsk Meg I Morgen (2005)

Nihayet Elling'in devam filmi olan Elsk Meg I Morgen'i izleyebildim. Bu sefer Elling'in arkadaşı Kjell Bjarne üst katta eşiyle ve 4 yaşında kızıyla birlikte yaşıyor, bir işte çalışmaya başlamış, yani hayatı düzene girmiştir. Elling ise yalnız ve işsiz bir halde ciddi olarak bunalımdayken önce üst komşuları tarafından hayatı düzene giriyor, sonra bir hotdog'cu kıza aşık oluyor, sonra gene hayal kırıklığı yaşıyor. Hikaye olumsuz gibi görünmesine rağmen filmi izleyince mutlu ve rahatlamış kalkıyorsun yerinden. Petter Naess'ten gene insancıl bir film...
Petter Naess gene kırmızı-sarı renkli eşyalar kullanmış, bu sefer biraz da beyazlar dikkat çekici duruyor. Filmi izlerken şimdiye kadar gördüğümde hiç yemek istemediğim o soslu baharatlı harika hot dog'lardan yemek istiyorum :) Hot dog'cu kız Lone tanıdık geldi diyordum, meğer Tatt Av Kvinnen'deki başrol oyuncusuymuş.Bu seferki hikaye böyle, devam hikayesi var mı gelir mi bilmiyorum. Önceki Petter Naess filmlerini sevenler bunu da sevecektir tahminen. Bir de Elling filminden önceki kısmı anlatan, ama yönetmeni farklı Mors Elling varmış onu da şimdi öğrendim.