30 Ocak 2009 Cuma

Tatil=Film

Cnbc-e her ay çarşamba günleri bir yönetmenin 4 filmini gösterme olayı başlatmış, ocak ayını da Nuri Bilge Ceylan'a ayırmış. Ben de dün akşam İklimler'in son bir saatini yakalayınca seyrettim, geçen hafta da Mayıs Sıkıntı'sını sonlarına doğru yakalayıp izlemiştim. Bu filmde en beğendiğim, filmdeki küçük çocuğun cebinde taşıdığı ve eliyle sürekli sıcak tutarak civciv çıkmasını beklediği yumurtalardı. Filmde bir gün binbir uyarıyla dökmemesi öğütlenen bir sepet domatesi tepe bayır taşıyıp, yolun çoğu bittikten sonra düşen bir domatesi almak için eğilince cebinde taşıdığı yumurtalardan birinin kırılması ve bunun üzerine bütün domatesleri fırlatışı, sinirini üzüntüsünü domateslerden alışı....

Bugün de önce Üç Maymun'u izledim.



Sonra da ailecek The Boy in the Striped Pyjamas adlı romanın sinema uyarlamasını izledik. Hitler dönemi almanyasında toplama kampına komşu evdeki, hitler askerinin çocuğunun yalnızlığı ve sonra bu çocuğun tanışıp edindiği yahudi arkadaşıyla hikayesi.. Özellikle küçük çocuğun oyunculuğu süperdi.

Peşine de Lost,Fringe... dizi dizi diziler

Bir de bu yaz büyük bir kısmında uyuyarak izlediğim The Wicker Man adlı film geldi aklıma, sanırım Nicholas Cage'in oynayıp da benim beğenmediğim tek film, ama filmin orjinal versiyonu daha iyi diye duydum.

28 Ocak 2009 Çarşamba

I'm Not There

Bütün gün uyuyarak, yatarak ve tv izleyerek geçince pek yazacak bir şey olmuyor. Bugün izlediğim filmi yazayım böylece unutmayayım. Bob Dylan'ın hayatını konu alan I'm Not There adlı 2007 yapımı geçen yıl istanbul film festivalinde gösterilmiş film... Filmde en başarılı oyuncu ise erkek kılığına girip o rolün de altından kalkıp böylece oscar'a ve bafta'ya aday olmuş Cate Blanchett.

vee ekşi sözlükten aldığım, filmden bir alıntı

--- spoiler ---

beyaz zemin üzerinde tezahür eden ben whishaw'un canlandırdığı arthur karakterinden nasihatler:

arthur rimbaud : seven simple rules of going into hiding:

one, never trust a cop in a raincoat.
two, beware of enthusiasm and of love, both are temporary and quick to sway.
three, if asked if you care about the world's problems, look deep into the eyes of he who asks, he will never ask you again.
four, never give your real name.
five, if ever asked to look at yourself, dont.
six , never do anything the person standing in front of you cannot understand.
and finally seven, never create anything, it will be misinterpreted, it will chain you and follow you for the rest of your life.

--- spoiler ---

27 Ocak 2009 Salı

Son Kayıt Heyecanı

Bugün lisans hayatımın son ders kaydını yaşadım, ama bu sefer öncekilerde olduğu gibi stres yapmadım ve üzerimde acaip bir sakinlik hakimdi, bunun nedeni belki biraz da alamayacağım ders olmadığı içindi...

Akşam ise dişimdeki, annemin dediğine göre kedi bağırsağından yapılma(bunu araştırmalıyım) ameliyat ipleri alındı, ameliyat anı ve sonrasında acı hissetmemiştim ama bu sefer canım acıdı ve biraz da kanlı bir ip alımı oldu. Ancak sonunda o sevmediğim siyah iplerden kurtuldum ve 9 günün üstüne ilk kez çay içtim, ne yalan diyeyim özlememişim.

Bugünkü film ise Paranoid Park'tı. 7.0 puanında olduğunu biliyordum ve komedi filmi diye bekliyordum, ancak dram çıktı. Filmdeki çocuğu bunalımından çıkaran onu rahatsız eden düşüncelerini yakın birine mektup olarak yazıp sonra da bu mektubu yakmasıydı. Bence konu olarak gereksiz bir film, filmi izleten sanıyorumki yönetmen başarısı...

İkinci film ise 2008 yapımı Pineapple Express ki bu ilkinden daha gereksizdi ve 7.4 imdb puanına sahipti. 3 tane salak adamın kendilerini kurtarmaya çalışırken 2 büyük uyuşturucu çetesini yok etmesini konu alan komedi tadında ama pek güldürmeyen bir film. Sadece bir kaç komik sahne vardı, ama onlar da hep adamların salaklıkları sonucu komikti(araba sürerken ayağını otomobilin ön camına delik açacak şekilde çıkarmak gibi). Ayrıca bazen izlerken kamera arkası komik sahneleri izliyormuşum hissine kapıldım...

26 Ocak 2009 Pazartesi

Haftasonu Filmleri

2şer filmle(+0.5 :p)haftasonunu tamamladım. Cumartesi önce The Eleventh Hour adlı sıradan (ki bunu izlemeden önce bilmiyorduk, yaptık bir hata imdb'sine bakmadık)aksiyon filmini izledik. Filmde eski deniz komandosu adamın eşinin başına patlayıcı yerleştirip bir senatörü öldürtmeye çalışıyorlar.

Sonra Woody Allen'ın son filmi Vicky Cristina Barcelona 'yı izledik. Daha önceden Woody Allen'ın (sanırım Annie Hall) filmini izlemeye çalışmış ancak ne türkçe ne de ingilizce haliyle (biraz da çevre koşullarının durumundan) bir türlü konsantre olamamış, sonunda filmi bitiremeyip ve filmden hiç bir şey anlamayıp kalmıştım. Ancak bu sefer filme bayıldım, en çok da Cristina karakterinin sonuna kadar gidip (birazcık deli olsa da) ne istemediğine karar veren bir tip olması , benim son zamanlarda "neyi istediğini değil ama neyi istemediğini bilen" tanımlamama uyum sağladı.

Pazar günü de evin birikmiş ütülerini yaparken önce 2002 yapımı The Quiet American adlı Michael Caine'e oscar getirmiş Fransız sömürgeciliğine karşı özgürlük savaşı veren Vietnam'ı anlatan izlenmese de olacak filmi izledim. Sonra da Sharon Stone'un başrolünde oynadığı 2004 yapımı A Different Loyalty adlı filmi izledim. 1963'ün Lübnan'ında başlayan film, sonra Londra-New York ve Moskova'da geçiyor, görevine çok bağlı bir KGB ajanın hikayesi... En son ise Harsh Times adlı Christian Bale'nin hasta-manyak bir ajanı oynadğı filmin son 50 dakikasını seyrettim, filmi anlamak ve dayanmak adına yeterliydi.

23 Ocak 2009 Cuma

Amerikan Dizileri

Bir kaç gündür konuşmadığım ve genelde evde durduğumdan bütün dönem boyunca birikmiş dizilerimi izliyorum. Önce Desperate Housewives sezon 5 (3 bölüm hariç, onların inmesini bekliyorum)bitirdim. Sonra Dexter sezon 3 bitti. Dün de Prison Break'i bitirip Fringe diye yeni bir diziye başladım. (Bu arada yeni sezona başlayan 2 adet Lostu izlediğimi yazmayı da unutmuşum.)

Prison Break sezon sonu bölümü ve peşine Fringe ilk bölümü izlediğimde, haftada bir izlediğimde beni etkilemeyen (ya da öyle sandığım) bir şeyi farkettim. Bu diziler bizi paranoyaklaştırıyor.

Dün izledikten hemen sonra aklımda bir sürü örnek vardı ama üzerinden bir gün geçince beni fazla etkilemediklerini mutlulukla farketmiş bulunuyorum...

Ancak daha önce Heroes izlediğimde bahsettiğim gibi diziler özünde dünya kötüye gidiyor bu durumu düzeltmek için kendi yapabileceğin ne ise bul ve bu görevi yerine getiri aklımıza sokuyor, belki iyi belki kötü...

22 Ocak 2009 Perşembe

Diş Sorunu 3

Evet temmuz sonunda başıma gelen olay sonucu dişlerim için günümüzün radikal çözümü olarak diş implantı yapılmasına karar verilmişti (bir gün tarihleri ve olayları doğru hatırlarsam Diş Sorunu 2'yi yazıp anlatabilirim).

Neyse 16'sı cuma günü antibiyotik alımına başladık, 18'i pazar günü saat 15:00'da sözleştiğimiz gibi diş hekimi koltuğuna oturdum. Önce 2-3 tane iğneyle tüm üst damağım gözüme kadar uyuştu, iğnelere alıştım artık pek bir acı hissetmedim. Lokal anestezinin bana yan etkisi kalp atışım hızlandı ve birazcık(hayatımda ilk kez) burnum kanadı.

İşleme başlandı ve sağ implant hiç bir şey hissetmeden takıldı. Diğeri konumu gereği biraz riskliydi, damağıma giden sinirlerle diğer dişimin kökü arasında çok az bir mesafe varmış ama o da hiç bir sinire değmeden yerleştirildi. Bunun işlemi biraz sızılı oldu, tabi korku da had safadaydı. Ancak benim için özel:p Ankara'dan gelen diş hekiminin kendinen güvenen hali koltukta beni birazda olsa rahatlattı. İmplantların sorunsuz yerleştiği çekilen röntgenle (eskiden başıma gelen olay çekilen 4-5 röntgenin birinde oldu cihaz burnuma düştü) görüldü, artık işin kolay kısmı dikiş kalmıştı. Bu arada benim sabrım tükenmiş 1 saati aşkın ağzım açık içinde tükürük emen o nefret ettiğim hortumla durmaktaydım. O hortumun da en çok kullanılanılanı ameliyat esnasında intihar etmiş ve daha farklı bir tipine geçilmişti ki bundan daha çok nefret etmiştim.

Neyse dikişler atıldı, kaç tane sayamadım(sanırım saysam daha çabuk atlatırdım bu zamanı) ama sabrım tükendiğinden ve artık uyuşuklar çözülmeye başladığından (ya da bana öyle geliyordu) zor dayandım. Ameliyat bitiş saati 16:30... Bana yüzümün şişeceğini, hatta belki göz altlarımın moraracağını söylediler, neyse ki dudakta hafif bir şişlikle kaldı.

Buz dolu torbaları yüzüme aralıksız 3-4 saat tuttum, sonra 1 saat uyuyup 5-6 saat daha buz uygulaması yaptım ve ekstra bir şişlik olmadı. Beslenmem ilk gün(pzt) sadece blenderdan geçmiş çorba ve süt bardaktan pipetle, salı akşam yumuşak zeytinyağlı yiyeceklerden küçük çatalla. Bugün (çarşamba) ise küçük çatalla yenebilecek yemeklerden yiyebildim.

Ameliyat pazar günü oldu ve 3 gün boyunca 1 saat oturma 1 saat uykuya benzer bir yaşam sürdüm, sanırım anestezi-yorgunluk etkisiyle, buna ilave bence psikolojik etki de var, ne de olsa okul bitti tatildeyim uykum da kolay geliyor niye uyumayayım şeklinde...

Pazartesi sabah yaradaki kan pıhtıları beni epey korkuttu salı akşamdan itibaren de dikişlerden sıkıntım var. Genede çok şükür şimdilik bir sıkıntım yok, ama hala epey risk var ve bunlar aklıma gelince biraz korku oluyor...

not: bir implant ameliyatı videosu buldum çok uzun atlama yapılmıyor ama gerçek
http://download.nobelbiocare.com/webcontent/media/session_2.wmv

18 Ocak 2009 Pazar

Eve dönüş

14ünde İstanbul'dan bindiğimiz 7 uçağıyla 8:30'da Samsun'da eve ulaştık.

Sabiha Gökçen Havaalanı çok komikti, önce içhat girişinde (dış hattakileri de aldıkları) kapıda kuyruk olduğu için bir kısım insanı dış hatlardan içeri aldılar. İçerde kapımızı bulup, bir yere oturduktan sonra(toplam 6 kapı var) bir komik telaşlı ortamda beklemeye başladık. Adana, Antalya ve Bodrum uçaklarının yolcularını nerdeyse tek tek bulup uçağa alıyorlardı. Özellikle Adana'ya gidecek pek çok yolcuyu bulamadıklarından olsa gerek uçak 20 dk geç kalktı. Uçağa geç kalmış insanlar gelip saf saf etraflarına bakınıyorlar sonra ordaki görevliler "Adana yolcusu var mıııı?" diye sorunca bir silkelenip o kişiye doğru koşmaya başlıyorlar (koşma mesafesi de en fazla 20 metre) ve uçağa binmek üzere otobüse bindiriliyorlar.

17 Ocak 2009 Cumartesi

İmplanta Doğru

"Taken" adlı avrupaya gezmeye giden iki kızın başına gelenler-gelmesi önlenenler... neyse süper bir film açıklayamıyorum, izlenmesini şiddetle tavsiye ediyorum :p

"The Accidental Husband" romantik komedi işte, açıklayacak bir şey yok :D

bu saatte hem de implanta 14 saat fln kala ancak bu kadar

15 Ocak 2009 Perşembe

Bruges&Transporter


"In Bruges" Belçika'da geçen ingiliz kara mizahı tarzında bir film...


"Transporter 3" sayesinde yeniden AUDI(burada A8)arabalara hayran oldum. Filmdeki dövüş sahneleri her ne kadar cüneyt arkın filmleri gibi abartılı olsa da Jason Statham sayesinde filmle ilgili kötü yorumum yok :)

11 Ocak 2009 Pazar

Son Sınıfta Olmak 2

Yarın itü telekomünikasyondaki 7. dönemimin son finaline giriyorum. Ders Antenler, alırken bitirmem elektromanyetikle olacak böyle temel bir dersi mutlaka almalıyım diye düşünmüştüm, aman ne iyi kalmazsam tabi. Okulda öğretim anlamında hiç bir şey öğrenmeden mezun oluyoruz hissi içindeyim ve içimden hiç çalışmak gelmiyor bu da beni kalmaya kadar iter mi, bizim bölümde kalma gibi bir beceri gerektiren işi sonunda yapacak mıyım göreceğiz, umarım olmaz.... Zaten oku bitince ne yapmalıyım sorusu fare gibi beynimi kurcalarken Özge'nin dediğini buraya kopyalayayım dedim:

İnsanlar inatla soruyor: "Mezun olunca napıcaksın?"
Bilmiyorlar çünkü bu sıkıntıyı ya da unutmuşlar.
İş mi? Yüksek mi?
Telekom mu? İşletme mi?
Yurtiçi mi? Yurtdışı mı?
Burs mu? Baba parası mı?
Kriz mi? Teğet mi?
Peki bu bitirme beni bitirmeden biter mi?


Ben de buna yorum olarak

son kısımda nasıl da tercüman olmuşsun hepimizin derdine :)
offf ki ne off
aslında bunlar ufak zevkli sıkıntılar ama ne yazıkki şu durumda bunu farkedebilecek durumda değiliz

demiştim, buraya da koyayım kalıcı olsun dedim :D Zaten bu blogun amacı da bu: facebookta msnde kaybolup gitmesin düşünceler

8 Ocak 2009 Perşembe

Yılbaşı

Bu sene yılbaşında hediye alacak mısın kimseye diyenlere, ne gerek var diyordum, ama önceden yılbaşı hediye ritüeli yaptığımızı unutmuşum...

Bu akşam Aşk-ı Memnu dizisini izlerken aklıma geldi. Her yılbaşı herkes birbirine ufak da olsa hediye alınıp, sonra bu hediyeler özenle süslenen yılbaşı ağacının altına konurdu. Bir seferinde Giresundayken sırf yılbaşı diye annem irili ufaklı bir sürü hediye almıştı da paketlerde ne var diye gece gündüz merak ederek ama açmadan beklemiştik :D. Daha sonra ağaç altındaki hediyelere numaralar verilir ve numaradan çekiliş yapılıp kime hangi alakasız hediye çıkar diye bakıp eğlenirdik :D

5 Ocak 2009 Pazartesi

Mikrodalga ve RF Haberleşmesi

20:00-Red Hot ile RF bakmaca

saat 20:56 olmuş 1 sayfa okunmamış ama değişik bir sürü video izlenmiştir :S
etrafta diye bir site keşfettim bir de Melis Alphan yazısından giderek

saat:22:02 hatırladım ki şimdiye kadarki RF vizelerinde şansım yaver gitmiş de öyle çan altına düşmemişim... çalışmak gerekiyor 2 saatte moda girdim gibi :D

22:07 çok yoğun oluşum faktörü d...

22:15 Sezen Aksu hep eğlenceli şarkılar söylesin... şu an favorim "İzmir'in Kızları"
çok bölünüyorum sanki

22:42 bölünüyorum dediğimde daha hızlı gidiyordum hep bölüneyim :D

22:55 yeter bu kadar oturmak diyerekten odadan çıkılır

edit: sonra ne oldu pek hatırlamıyorum ama 3 civarı yattım galiba, şimdi kaldı 1 finalim o da pazartesi, son güne kalır mı acaba, ihtimal yüksek :p

İTÜ Final Şenlikleri

Malum final haftası aklıma gelen deli manyak tüm şeyleri buraya yazayım bari kalıcı olsun sonra bakar gülerim dedim, gerçi 3 saatlik uykuyla bile sürekli hatta eskisinden daha çok gülen bir insana dönüştüm..

Neyse

Bugün 12'de Wireless Communication Networks finaliyle açılışı yaptım... Sabah 6 buçukta yatıp 10da kalkılıp gidilen bir garip final...

Gece 2:00-6:30 arası "resmi kopya kağıdı" yazma ile facebookta fotolarda geyik yaparak geçti.. Bitene kadar da kağıdıma isim taktım.. "unfinished shitty legal cheat sheet" :p deli miyim mazoşist miyim neyim gözüm hala yanıyor :S

bu değerli kağıt ve bu da arkası


Şimdi ise sahnede Mikrodalga ve RF Haberleşmesi var... 4 saat deliksiz çalışıp 10 deliksiz uyuyup sınava gitme dileğim ama gerçekleşmeyecek bir dilek sanki...