30 Aralık 2008 Salı

Yeni Yıla Girerken...

2009un 2008 sıkıntılarının biteceği bir yıl olması dileğiyle...


Herkese MuTLu YıLLaR!!!

28 Aralık 2008 Pazar

Tarihi Kitaplar

Bu hafta vatan pazar ekinde 2009'da okumak için kitaplar önermişler, onları sitesinden kopyalıyayım buraya derken, henüz bugünkü gazeteyi online hatta taşımadıklarını gördüm, kitap aramasına bastığımda da...

Tarihi sevdiren kitaplar başlığında:

Helge Hesse’nin “80 Cümlede Dünya Tarihi” tarihe yön veren 80 cümlenin ne zaman, hangi koşullarda ve ne amaçla söylendiğini hatırlatarak zevkli bir okuma sağlıyor.

Helmut Reinalter’in “Masonluk” adlı kitabı, hakkında bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunan masonluk konusunda bilinmesi gerekenleri anlatıyor.

Hikmet Bila’nın kaleme aldığı “CHP 1919-2009” ise resmi tarih niteliği taşıyor.

Özelikle ilkini merak ettim :) Eklesinler bu haftaki ekteki kitapları da koyayım

Hayat amacı...

Dün prizın birek 4. sezon 9. bölümü izledim, aman dikkat spoiler var :D

Daha önceki bölümlerde maykılın annesi gibi hastalık belirtileri gösterdiği, annesinin 32 yaşında öldüğü ve maykılımızın da 32ye girdiğini hatırlatmışlardı, yani maykılın ömrü fazla değil bu kısa ömre de bir sila yoketme sığdırayım bari demiş...

Dün izlediğim bölümde de eski hapishanede çalışan ve mahkumların nefret ettiği görevli bellik, benim bu hayatta hiç amacım olmadı ne çocuğum var ne ailem mantığından hareketle bari bir işe yarayarak öleyim diyip kendini tonlarca su geçecek borunun içinde bırakıp, silaya feda olsun diyerekten ölüyor...

Epey önce de sanırım buna benzer hayat amacı sahnelerinin sokuşturulduğu hiroz bölümünden de bahsetmiştim... (ek: hiroz değil 21 gram filmiymiş)

Bana da çözmem gereken bir sorun çıktı,gerçi belki 20 belki de 30 yıllık bir sorun. O nedenle benim hayat amaçlarımdan olması da muhtemel, belki bunun için geldim gezegen örthe :D. Çözersem sorunun içindekiler mutlu olacak. Öyle bir sorun ki yıllardır konuşulan ama hiç çözüme kavuşmayan. Acaba ben çözebilecek miyim?... Ayrıca sorun yok diyenler de var, o zaman karışmayalım şu 2pi3lük alana :p

çok eğlendim yazarken bunu, anormal sanki

26 Aralık 2008 Cuma

Sevgi eyleme geçsin



Vatan gazetesinin ilk sayfasını kaplayan insanın içini parçalayan fotoğrafta 8-10 yaşları arasında üzerlerinde mavi önlükler ayaklarında terlikleri ya da parçalanmış ayakkabılarıyla -8 derecede okula gitme çabasındaki çocuklar ve Güngör Mengi'nin köşesindeki yazı...

"Birinci sayfadaki çocuklara bir daha bakın lütfen.

Sonra dürüst bir muhasebe yapın...

Tanrı aşkına söyleyin şimdi bu ülke, bu millet, yani bizler, karlı yollardan okula terlikle, patlak pabuçlarla yürüyen çocuklarımıza sağlam birer çift ayakkabı giydiremeyecek kadar düşkün insanlar mıyız?

Değiliz.. Sadece sahip olduğumuz kaynak ve olanakları örgütleyemediğimiz, birbirimizi ateşleyerek gücümüzü ve sevgimizi büyütemediğimiz için kaybediyor, kaybettiriyoruz.

Hepimiz “Orda bir köy var uzakta o köy bizim köyümüzdür” ezberi ile büyüdük ama bencillik hastalığı çoğumuza uzakta ayakkabısız okula giden çocukların bize ait olduğunu unutturdu.

O çocukları ısıtacak sevgi ve yardımseverlik fazlasıyla mevcuttur bu ülkede.

Bütçesinden yardıma kaynak ayıramayanlar bile bir yol bulabilir:

Çocuklarının küçüldüğü için bir köşeye tıkılmış giyeceklerini sevgi ile sarmalayıp Van’a gönderebilirler.

Çocuklarımızın şu ara sevgimize çok ihtiyaçları var. Haydi, sevginizi eyleme geçirin!"

21 Aralık 2008 Pazar

İnternet Nostaljisi...

Şimdi Sedef'le konuşurken aklıma geldi, daha ortaokuldayken(6da ya da 7de) bir internet sitem olsun diye uğraşıyordum, bedava bir alan adı alıp hazır bir şablona sitemi hazırlamıştım. Ancak bazı hazır kalıpları fln silip düzenlemem gerekiyordu üşenmiştim, şimdi ne siteyi aldığım bedava alan adını, ne de kendi koyduğum ismi hatırlıyorum :)

Gene o senelerde bir ara ben hacker olucam diye takmıştım, internette forumları okuyup bulduğum bilgili olduğunu düşündüğüm insanları icq'da ekliyordum, hackerlıkla ilgili yazıların ve programların olduğu cd bile almıştım. Sonra vazgeçmiştim ne işime yarayacak bunlar diye :)

öyle bunlar aklıma geldi yazayım dedim...

20 Aralık 2008 Cumartesi

Çevre Etkisi

Sanki okuduğum, duyduğum, gördüğüm her şeyden farkına bile varmadan etkileniyorum..
Mesela şu emeklilik mevzusu, bir kaç gün önce liseden arkadaşım Mufide facebook iletisine "yaşlandı ve artık emekliliğini istiyor!!..." yazmış ve ben okuduğum an anneme güldüğüm gibi gülmüştüm daha çok erken pes etmişsin diye düşünmüştüm, ama bunu okuduktan 3 gün sonra,okuduğumu unutup ben de aynı şeyi düşünüyorum

İlginç

Bulanık, depresif bir şeyler...

RF'ten önceki son sinavim 27 gün önceydi, unutmusum sinav dönemi gelince nasil oluyor, gerçi bu dönem çok sınav dönemi hissi yaşamamış olsam da neyse...

dün gene sinavim vardı, bundan sonra pzt, sonra sali, bunlarin üstüne -ki büyük ihtimal uykusuzluklar geçecek günler olacak bu günler- bir de sunum yapmam lazım

sonra 2 proje var,bir de rapor. ilk projelerim olacak, bakalim ödevlerim gibi anlamsiz mi olacaklar onlar da

bitirme için de bu hafta artık bir şeyler çıkarmamız lazım, onda da umutsuzluğum var

her sey bunalti getiriyor üstüme, belki bundan önceki 4 yıl boyunca olduğu gibi kafama takmam gereken ders dışında hiçbir şey olmasaydı rahatlıkla başedebilecektim okulla ilgili konularla, ama bu sene her şey ağır geliyor.

annemin 13 yıl ara verip 7-8 sene çalıştıktan sonra artık çok yoruluyorum, bunaldım emekli olacağım demesine gülüyorduk; ama ben bazen şimdiden emekli olsam diye düşünüyorum, belki öğrencilikten emekli olabilirim şu anda bir tek buna hakkım var...

16 Aralık 2008 Salı

Çekirdekten Çıkma

Bebeğin ilk çevresi anne ve baba, bir de belki de kısa süre için anneye yardım etmek için evde olan anneanne, teyze...

Bebek büyüdükçe çevre genişler artık sürekli gördüğü kişilere mahalledeki arkadaşlar eklenmiştir.

Sonra kreş arkadaşları, anaokulu arkadaşları,

İlkokula başlanır, sınıf öğretmeni ve sınıf arkadaşları eklenir çevreye...

Artık sürekli görülen, vakit geçirilen kişiler ev, okul ve mahallede bulunanlardır.

Biraz da sistemin etkisiyle dershane arkadaşları eklenir listeye; bu arada okul-ev değiştirdikçe yeni kişilerle tanışılır. En baştaki çekirdek çevreden uzaklaşma ihtiyacı ister çocuk bu dönemde. Beğenmez çıktığı çekirdeği, belki de bu yüzden mutsuz olur kırılır çekirdekten çıkarken...

Lise ya da üniversite için bulunduğu şehirden de ayrılır, artık kabuk iyice kırılmıştır, serbestlik vardır. Yeni tadılan bu duygu önce eşsiz gelir, sonuna kadar kullanılır bu özgürlük duygusu sınır bulana dek.

Ancak birkaç sene sonra artık yavaş yavaş özlem başlamıştır o ilk çekirdeğe... Ama o çekirdeğe yeniden girmek de insanı boğar, eski çekirdek artık dar gelir. İlk çıkılan çekirdeğe benzer bir yaşam özlemi duyulur, ona benzer ama yeni sınırları olan...

11 Aralık 2008 Perşembe

bugün...

















"Alfie"(1966) ve "Sleepy Hollow"(1999)...

"My Blueberry Nights"(2007)

Peşine film izlemekten yorulmuş gözlerle uyuklayarak, Hitler'in son dönemini anlatan "Der Untergang- Downfall" (2004)

Sonra eskiden izleyip çok beğendiğim, bugün ise birazını izlediğim "Good Will Hunting" (1997)

...derken son gün goldmax sömürüsü halinde geçti :)

Bu kadar çok filmi peşpeşe izleyince artık ne izlediğimi hangi filmde neyi görüp neyi sevdiğimi bile unutuyorum, ama kafa dağıtmak açısından çok iyi oluyor; boşlukla doluluk arasında gezinmek isteyenlere önerilir.

dün (Bayram 3)

Bayramda GoldMax'in açık olması sayesinde, normalde görüntüsünü ya da sesini yeterli kalitede bulamadığım eski filmleri izleme imkanı buldum. Bu sabah "The Gods Must Be Crazy" adlı 1980 yapım bir komedi filmini izledim. Film güney afrika'da Botswana'da çekilmiş. Konusu ise, buldukları Coca-Cola şişesinin Tanrılar tarafından yollanmış kötü bir şey olduğunu düşünen yerlilerin mutsuzluklarını sona erdirmek isteyen bir Afrika yerlisinin, çocuklarını kurtarmak için şişeyi alıp dünyanın sonuna atmak için çıktığı yolculukta başından geçen komik olayları anlatıyor.

Akşam ise Diane Keaton'ın başrolünde oynadığı "Surrender Dorothy" adlı 2006 yapımı, türünün dram olarak belirtildiği ama bence içinde komedi unsurlarını barındıran, en azından filmi izlerken insana mutsuzluk vermek yerine, hafif de olsa insanı sık sık gülümseten bir filmdi.

Günü "The Machinist" adlı film ile sonlandırdım :) Annemi ikna edebilseydim testere 4'ü izleyecektik, ama makinistten de memnun kaldık. Filmin konusu başta çok ilgimi çekmese de görüntüleri ve filmin başrol oyuncusu Christian Bale'in oyunculuğu sayesinde filmi beğendim. Filmdeki adam(Christian Bale) bir senedir doğrudürüst uyumamış, filmin sonlarına doğru gözü kapanıyordu; benim de uykum gelmişti ama uykuya direnerek filmin sonunu getirdim, daha ilginç bir son olabilirdi, ama film etkileyiciydi. Eminim ki sinemada daha etkileyici olacaktır, bu arada imdb notu da 7.8'miş.

10 Aralık 2008 Çarşamba

Bayramın 2. Günü

İstanbul'a gitmeye karar verip gitmeden önce oğluyla gelip bizimle bayramlaşan Ayhan amcam, sonra bizim Bafra'ya gidip oradakilerle bayramlaşmamızla günün bayramlık kısmı tamamlanır...

A Good Year ve Die Fälscher filmleri izlenir. İlki komedi tadındaydı, ikincisi ise savaş zamanı Almanya'da yahudilere kalpanzalık yaptırılan toplama kampında geçen dram ağırlıklı bir hikayeydi. Filmleri beğendim...

Bu ikisinin arasında da bir filme biraz baktık, kanlı bir gerilim filminin arasına sokuşturulmuş komedi sahneleriyle acaip fakat sıkıcı bir filmdi, pek beğenmeyip bununla vakit harcamayalım diyerek diğerine geçtik.

Aa bir de Heroes bölümü izledim, 12ydi sanırım. Artık düşünmeden sorgulamadan kayıt tutmadan izliyorum :D

Bu bölümdeydi ya da bir öncekinde, kadriye teyzemin hep bahsettiği Sahaja Yoga'da geçen herkesi her şeyi affetmelisin kuralı geçiyordu...

Sylar ile elektrik saçan Elle arasındaki diyalogta, kız önce Sylar'ı babasını öldürdüğü halde, sonra da kendisini yaptığı kötülükler için affediyor ve acısı yok oluyordu... Bunu üzerine Sylar:

"Kendini affettin, Elle. Hepimiz benliğimizle bir savaş içindeyiz.
İnsan olmanın gereği bu. Asıl püf noktası, kazanan tarafta
yer almanın yolunu bulmaktır."

diyor... ayırmışım altyazıdan buraya koyayım dedim :)

9 Aralık 2008 Salı

Bayramın İlk Günü

Kurban Bayramı ilk gün...

Sabah kalkıp ailecek bayramlaşıp kahvaltımızı yaptıktan sonra bizim için sıradan ve evde geçirmemiz gereken klasik bir pazartesi günüydü.

2si baştan sona olmak üzere 5 film ve 2 bölüm de heroes izledim bu evde geçen günde...

Annie Hall,(1977) Woody Allen'in çektiği oscarlı bir komedi; fakat film o kadar ağırdı ki başta türkçe izlerken anlamadım, ingilizceye çevirdim alt yazı olmayınca ondan da sıkıldım :D bu arada yemek fln derken film kaçtı... Tekrar izlemeyi deneyeceğim

Guarding Tess, (1994) Nicholas Cage ve Shirley MacLaine'in başrollerinde oynadığı, eski ABD başkanının huysuz karısı ile işinde çok iyi koruması arasında geçen komik olaylardan bahseden bir filmdi. Ailecek çok eğlendik.

40 Days and 40 Nights, (2002) bunu izlemiştim ama kardeşim izlerken araa bakarak filmi hatırladım, öylesine eğlencelik bir film

0... Çocukları, (2006) filmin ilk bir saatini Özge'nin izlediği film nedeniyle izleyemedim, ama zaten izleme amacımın biraz da filmde oynayan ispanyolca hocam Marc'ı görmek olduğunu, onun da bir başta bir sonda rol aldığını bildiğimden sondaki kısımda izleyebildim :D

O Brother, Where Art Thou?, (2000) bu da George Clooney'in başrolde olduğu 1900'lerin amerikasında, üç mahkumun kaçış öyküsünü anlatan eğlenceli bir filmdi...

Filmlerin dışında telefonla Türkiye'nin pek çok ili ile çeşitli bayram kutlamaları yapıldı, bayram ziyareti olarak da Nilgün Halam'lar geldi. Ama ne kutlama ne ziyaret olarak bayramı hissedemediğimden fazla içine girmedim ben bu bayram olayının...

4 Aralık 2008 Perşembe

Kara Kitap

Sonunda Orhan Pamuk'un 1985-1989 yılları arasında yazıp, 1990 yılında yayınladığı Kara Kitap adlı romanı bitirdim. Zaman zaman çok zevk alıp kendimi bile şaşırtan bir hızla okudum, zaman zaman da okurken sıkıntıdan uykum gelmeye başlayıp atlaya atlaya bir şey anlamadan okudum ama sonunda bitirdim. Şimdi de kitapta hoşuma giden cümleleri buraya yazayım kalıcı olsun dedim :)

Şimdi baktığımda daha sonra bu kendi olmaya çalışma çabaları insanı bunaltıyor, buraya yazarken sıkıldığımı itiraf etmeliyim, ama ilk okuduğumda çok hoşuma gitmişti...

Kitabın birinci kısmının 16. bölümü "Kendim Olmalıyım"dan:

"Kendim olmazsam onların olmamı istedikleri biri oluyorum ve onların olmamı istedikleri o insana hiç katlanamıyorum ve onların olmamı istedikleri o dayanılmaz kişi olacağıma hiçbir şey olmayayım ya da hiç olmayayım daha iyi, diye düşünüyorum."

"İnşallah bir gün başarılı olacak"
"Çok çalıştı ve yıllar sonra başarılı oldu, diye gördükleri kişi oluyorum ve daha kötüsü, ben de kendimi başka türlü göremediğim için, bu hiç sevemediğim kişilik etimin üstüne çirkin bir deri gibi yapışıyor."

Kitabın birinci kısmının 17. bölümü "Beni Tanıdınız mı?"dan:

"Böylece hayatımın ilk yarısını bir başkası olmak istediğim için kendim olamadan, ikinci yarısını da kendim olamadığım yıllar için pişman olduğum için bir başkası olarak geçirecektim."

"Hiç kimsenin kendisi olamayacağını bir daha hiç unutulmayacak kesin bir bilgi gibi öğrenmiştim artık"


Kitabın ikinci kısmının 7. bölümü "Harflerin Esrarı ve Esrarın Kaybı"ndan:

"Allah'ın asıl niteliğinin bir 'gizli hazine', bir 'kanz-i mahfi', bir esrar olduğuna ilişkin sayfalarca yazı okudu. Bütün sorun bu esrara ulaşabilmenin yolunu bulmaktı. Bütün sorun esrarın her yerde, her şeyde, her nesnede, her insanda görüldüğünü kavramaktı. Dünya bir ipuçları deniziydi; her damlasında arkasındaki esrara varacak bir tuz tadı vardı. "

Kitabın ikinci kısmının 16. bölümü "Şehzadenin Hikayesi"nden:

"İnsanların en büyük zevki, öteki insanları kendilerine benzetmek,"

"Acıklı ve sefil ve zavallı olalara acıdığı için etkilenir insan,"

"Sıradan ve özelliksiz olanlardan, biz de sonunda onlarla birlikte sıradan ve özelliksiz olmaya başladığımız için etkileniriz,"

"Bir kişilikleri olanlardan, saygıyı hak edenlerden de, farkında olmadan onları taklit etmeye başladığımız için etkileniriz."

"Başkalarının hikayeleriyle mutlu olabilen bütün milletler yıkılmaya, yok olmaya, unutulmaya mahkumdular."

Dönen Dünya

Nereye gidiyoruz...

Çevremizde ya da bize çok uzaklarda olan olaylar...

Ne durumdayız?

Milyonlarca insan açlıktan hastalanıp ölürken, ya da geçmişteki nefret yüzünden masum insanlar öldürülürken hiçbir şey yapmıyoruz, yapamıyoruz...

Özellikle büyük şehirlerde herkes kendi derdinde, böyle olunca da gereksiz bir mutsuzluk kaplıyor içimizi. Aslında doğru olan insan olmanın gereği olarak birbirimizi yalnız bırakmamamız, ama biz bırak sadece insan diye yardım etmeyi yakın çevremize ve akrabalarımıza ne kadar vakit ayırıyoruz...

Bir şekilde yolunu bulup yardıma ihtiyacı olanlara yardım etsek bu anlamsız mutsuzluğumuz yok olur mu?

Olur bence, ama iş yapmaya gelince hiçbirimizin vakti yok...

Vakit yaratmak gerekiyor bir şekilde yapılması gerekenlere, ama nasıl ?

1 Aralık 2008 Pazartesi

Boğulmak

kurtulmak istiyorum bu boğucu şehirden, geri döndüğümde daha da boğulacağımı bilerek...

edit: beni boğanın biricik istanbulum değil, istanbulda yaşamaya artık katlanamayan ama bunu kendine itiraf etmeye korkanlar ve bu şehirden kaçmayı beceremeyenlerin olduğunu farkettim...

Yaşlanmak

İnsanlar yaşlanınca ne yapar?

Benim yanımdakiler yemek yiyor, uyuyor, konuşuyor, toplasan 1km etmeyecek miktarda yürüyor, günlük ev işleri yemek-temizlik fln yapıyor...

Geçen yıl tanıştığım annemin halası yemek yiyor, uyuyor, namaz kılıyor, dua ediyor (hatta o kadar şeker ki bizdeyken televizyonda koşu mu ne bir spor dalıyla ilgili yarış vardı ordaki türk için dua ediyordu)

Sabahları uyanıp da sahile inersem gördüklerim tüm insanların yaşamak için yaptıklarının yanında yürüyor, koşuyor, sahile konan spor aletlerinde garip hareketler yapıyor... Bir de kalabalık grup halinde geliyorlar, onlar da çok şeker

Mutlular mı... Eğer çocukları torunları varsa oyalanacak gerçek sebepleri olduğu için bence evet, ama ya yalnız olanlar... Hele bir de eşini kaybedenler...

Hayat zor, yaşlılık muhtaç olmak daha da zor