29 Aralık 2011 Perşembe

A Torinói ló (2011)

Bir süredir Gürcistan, Tiflis'te yaşıyorum, buranın sinemaları ile ilgili ilk duyduğum tüm filmlerin Rusça seslendirme ile sinemada gösterildiğiydi, aylarca sinemada film izleyemeyeceğimi düşünüp üzülmüştüm; tam geçen bir ayda sinemayı özlemiştim ki 6-11 Aralık arasında Tiflis film Festivali olduğunu ve filmlerin İngilizce haliyle, ya da İngilizce altyazı ile gösterildiği öğrenip mutlu oldum. Pek fazla araştırmadan gittiğimiz ilk film Torino Atı idi, "The Turin Horse" adıyla gösterime giren film, adından dolayı Torino ile ilgilidir, güzeldir diye düşündüm peşimden sürükledim arkadaşlarımı:)
IKSV film festivalinde de gösterilmiş filmin konusu ise şöyle:
"Alman düşünür Friedrich Nietzsche’nin 1889’da Torino’da kırbaçlanan bir atı boynuna sarılarak kurtarmaya çabalamasıyla başlıyor. Bu mücadelesi Nietzsche’yi öldüğü güne kadar yatağa bağlayacak, dilsiz bırakacak, çaresi bulunmayan bir akıl hastalığına götürecektir. Ancak filmin kahramanı, çiftçi sahibine ayak uydurmaya çalışan yaşlı attır." Filmin yönetmeni filmi Nietzche ile nasıl ilişkilendirdiğini, "Nietzsche'ye ne olduğunu hepimiz biliyoruz bizim asıl merak etttiğimiz arabacıya ve ata ne olduğu." şeklinde açıklamış.
Hayatımda izlediğim en yavaş filmlerden biri olup, hiçbir şey olmayıp çok şey anlatan bu nedenle düşüncesiz bir kafayla dayanılabilecek yoksa sinirden ağlatabilecek, sıkıntıdan uyutabilecek, oturmaktan üşütebilecek(paltosunu gözüne kadar çekip izleyen vardı) garip bir film. Mesela hiçbir şey yapmak istemeyip, kimseyi görmek istenmediğinde izlenecek bir film, biraz depresyon filmi ya da depresyona sokabilecek bir film.

146 dk'lık siyah beyaz olan filmde başrolde baba-kız ve bir at var, toplamda 2-3 kere de başka insanlar filme giriyor, ve sadece ya da koskoca 6 gün izliyoruz. Doğru dürüst ilginç hiçbir şeyin olmadığı bir yerde geçen film, nedense görüntü anlamında insanı bunaltmıyor ve aksine huzur veriyor, ama sinemada kocaman ekranda olmasa ne kadar dayanılır bilmiyorum. Bir de filmi izlerken son günde her şey çözülüyor şeklindeki laflara kanıp son günü merakla beklemeyin benden tavsiye ;).

11 Aralık 2011 Pazar

Crazy Love (1987)

Charles Bukowski'nin hikayelerinden derlenmiş Belçika yapımı filmi birkaç yıl önce yanlışlıkla bilgisayara yüklemişim izlemeye ancak sıra geldi :)
Filmin ilk kısmında 12 yaşındayken filmlerdeki bir aşk hayali kuran çocuğun, gerçeklerle karşılaşmasını...  İkinci kısmında lise hayatını sivilcelerle kaplı bir yüzle geçirerek çirkinliği yüzünden sürekli reddedilişini... Ve finalde yaşlanmış ve sürekli içen haliyle karşımıza çıkan Harry için önce liseden sonraki tüm hayatını istediğini yaparak yaşadığını düşünürken, aslında tüm hayatı boyunca hiç mutlu olmadığını anlıyoruz. Hatta filmin sonlarına doğru, Harry'nin söyledikleri ve yaptığı trajikomik düğün sonucu nasıl bir hayat geçirdiği izleyicinin gözüne gözüne sokuluyor.
Özellikle Bukowski severler tarafından filmin beğenileceğini düşünüyorum, onu tanımayanlarsa filmi nasıl bulur hiçbir fikrim yok; ama 86 dk ayırarak bir şey kaybedeceklerini sanmıyorum :)

22 Kasım 2011 Salı

Melancholia (2011)


Danimarkalı yönetmen Lars von Trier'ın yazıp yönettiği film, iki parça halinde...

Filmin tamamı 18 delikli golf sahası, uçsuz bucaksız bahçesi, hatta nehri olan bir arazideki kocaman bir evde geçiyor ve iki kız kardeşin "sen mutluysan ben de mutluyum" cümlesi altında birbirine bağlılığını anlatıyor.

Başında "The Tree of Life"ın neredeyse tamamında hakim olan belgeselimsi bir kısım olunca kısa süreliğine korkutan, ama ruh hali melankoliye uygun olunca ve o kısımdaki müzikle görüntüler harika uyunca, daha başından kendini sevdiren bir film.

Parçanın ilki küçük kızkardeş Justine(Kirsten Dunst)'in kendi düğün yemeğindeki melankolikliği, ikincisi ise ablası Claire(Charlotte Gainsbourg)'in Melankoli adlı gezegenin dünyaya çarpma ihtimaliyle yaşadığı melankoliyi gösteriyor.

Ayrıca filmdeki görüntüler de çok güzel, projeksiyonu olan ve almayı düşünen arkadaşlarımın daha da keyifle izleyeceği garanti :)

Filmde Dunst dışında tanıdık yüzlerden biri Claire'i oynayan Gainsbourg, oynadığı ve benim daha önce izlediğim filmler için işte link, Kızların babası rolündeki John Hurt için ise link burda.

20 Kasım 2011 Pazar

Crazy, Stupid, Love. (2011)


Hayatının ilk aşkıyla lisede tanışıp evlenen Cal (Steve Carrel), beraberliklerinin 20 küsür yılında eşi Emily (Julianne Moore) tarafından aldatıldığını öğrenir ve çift boşanmaya karar verir. Aldatılmış olmanın bunalımından çıkması, Cal'ı barda farkeden kadın avcısı Jacob(Ryan Gosling) sayesinde olacaktır. Filmin bir kısmında yeni görünüşü ve kadın tavlama eğitimi!nin ardından yeni baştan yaratılan Cal'ı izliyoruz. Ancak sonradan farkedilir ki Cal'ı değiştirirken Jacob da değişmiştir.

Filmin sonunda ayrı ayrı hikayelerin birleştiği, orta yaştakilerin bayılacağı, biz gençlerin de eğlenceli bulacağı bir romantik komedi izliyoruz.

Filmle ilgili, beğendiğim ancak spoiler içerikli ekşi enrty'si için tık :)

Not: Bu arada facebook uyarıp duruyor, yeni bir şeyler yapıyorlarmış ayın 22'sinden sonra blogdaki gönderileri facebook üzerinden yayınlamayacakmış, ama üzerinde çalışacaklarmış -mış -mış -mış... Neyse işte uzun lafın kısası buraya ne yazdığımı merak eden o tarihten sonra açıp siteden bakabilir.

10 Kasım 2011 Perşembe

The Hangover Part II (2011)

Hangover'ın bu ikinci filminde, ilkinde dişini kaybeden dişçi düğünü için arkadaşlarını Tayland'a davet eder. Uçuk arkadaşların bu sefer düzenledikleri bekarlığa veda gecesi ise, Bangkok sokaklarındaki trajikomik olaylarla dolu.

Birinci filmi ilk izleyişimde hiç beğenmemişken, ikincisinde biraz beğenmiştim, bunda ise eğlendim. İzleme moduna girildiğinde ve espriler kaçırılmadığında eğlendiren bir film.

Not: Bu arada facebook uyarıp duruyor, yeni bir şeyler yapıyorlarmış ayın 22'sinden sonra blogdaki gönderileri facebook üzerinden yayınlamayacakmış, ama üzerinde çalışacaklarmış -mış -mış -mış... Neyse işte uzun lafın kısası buraya ne yazdığımı merak eden o tarihten sonra açıp siteden bakabilir.

Joyeux Noël (2005)

Christian Carion'un çektiği Fransa'dan Oscar adayı olan, Birinci Dünya Savaşı'nın ilk yılının ilk Noel'inde cephede olan Fransız, İrlandalı ve Alman askerlerin bir gecelik ateşkes yapıp noel kutlaması yaptığı günü anlatan film.

Askerler birlikte dost gibi, ellerinde ne varsa bir diğeriyle paylaşarak, hep birlikte şarkı söylerek ve hatta adreslerini değiş-tokuş edip savaş sonrası için buluşma sözü verdikleri, özellikle de bir gün önceki savaş ortamı düşünüldüğünde, bu insanların yaşadıkları efsanevi geceyi izliyoruz.

Savaş filmlerini sevmeyen ben, özellikle de böyle bir olayı öğrenmiş olmanın ruh haliyle filmi beğendim. 

5 Kasım 2011 Cumartesi

Margin Call (2011)

Filmin konusunu ve "margin"in finanstaki anlamını bilmeden izlemeye başlayınca ilk dakikalarda ne olabilir başlarına gelen bu önemli şey diye heyecan yaratan filmde, bir şirketteki en acemi çalışandan en tepedekine nasıl düşünürü genelleme ile de olsa izleyiciye güzelce sunuyor. Ayrıca çok hızlı büyüyen bir şirketi ve iş hayatını anlatım açısından da filmin senaryosu güzel.

Başta merakla ne olacağını düşündüren film, konusunun aslında 2008 ABD krizinden esinlenildiğini farkedince çok fazla heyecan bırakmıyor olsa da, oyuncularıyla (Zachary Quinto, Stanley Tucci, Jeremy Irons, Demi Moore ve Kevin Spacey) ilgi çekerek izletiyor. Filmle ilgili tek sevmediğim şey, sonunun pat diye bitmesiydi. Son söz olarak filmin yönetmeni ve senaryo yazarı olan J.C. Chandor'un gelecek filmlerini takip etmek etmek güzel olabilir :).

not: Bir de filmde -yanılmıyorsam- tepedeki adamlarda(Jeremy Irons, Simon Baker) aynı sarı yüzükten vardı, sonradan izleyip dikkat eden olursa bilgilendirilmek güzel olur :)

Bu da filmin en popüler alıntısı: "There are three ways to make a living in this business: be first, be smarter, or cheat."

2 Kasım 2011 Çarşamba

Fırında Beşamel Soslu Karnabahar

Malzemeler:
*1 adet büyük boy karnabahar
*4 çorba Kaşığı un
*3 çorba kaşığı tereyağı
*4 su bardağı süt
*2 su bardağı kaşar peyniri rendesi


Karnabaharı küçük parçalara bölüp yıkadıktan sonra, az suda haşlayın. Su kaynamaya başladıktan sonra 10-15 dk suda tutup çok yumuşamadan almak yeterli olacaktır.

Karnabaharlar haşlanırken, beşamel sosu hazırlamak için tereyağını eritin, üzerine un ekleyip pembeleşinceye kadar kavurun, sonra üzerine sütü ilave edin ve karıştırarak pişirin. Bu arada fırını 180'C'ye ayarlayın. En son krema haline gelmiş karışıma kaşar ve tuz ekleyip karıştırın.

Sonra haşlanan karnabaharları yağlanmış tepsiye dizip, üzerine tuz, karabiber ve kırmızı biber ekleyin ve beşamel sosu üzerine eşit olarak yayın, en üste de kalan kaşar rendesini dökün. Isınmış fırına üst tarafa yakın olacak şekilde koyun, kaşarlar kızarınca çıkarıp servis edin.

8 Women (2002)


Büyük görkemli bir ev, o evde bulunan 8 kadın ve üst kattaki kapısı kilitli yatak odasında yatan ölü bir erkek... Kadınların cinayeti çözmeyi çalışırken başlarına gelen komik olayları müzikal film olarak izliyoruz. Filmin sonu ise izleyiciyi şaşırtan cinsten. Ancak filmin az sahnede geçmesi, ana karakterler dışında başka oyuncu olmaması, film olunca dikkat dağınıklığına yol açıyor, filmden daha iyisi tiyatroda müzikal olarak izlemek olur gibi geliyor. Denk gelen kaçırmasın, hikaye güzel :)

17 Ekim 2011 Pazartesi

No Strings Attached (2011)

Akşam n'apalım, hadi çerezlik bir romantik komedi izleyelim dendiğinde izlemek için ideal bir film.

Natalie Portman ile Ashton Kutcher'ın canlandırdığı Emma ile Adam günümüzden 15 yıl önce tam da Adam'ın anne-babasının boşandığı gün tanışırlar. Araya yıllar girerek ve hayatlarının önemli dönemlerinde olan çeşitli karşılaşmalardan sonra, günümüzde Adam bunalımda olduğu bir günün sabahı kendini Emma'nın evinde bulur. Aralarındaki ilişki Emma'nın çocukluğundan beri gelen kaybetme korkusu nedeniyle duygusal bağın yasak olmasıyla başlar.

Filmle ilgili **kocaman! bir spoiler** verirsem ilişkileri birbirine aşık olmalarıyla son buluyor ki zaten böyle olacağı baştan belli. Daha önce izlediğim Friends with Benefits tarzı bir film, ama burda kadın oyuncu başrolü Portman'a pek yakışmamış.

11 Ekim 2011 Salı

Conviction (2010)

Bazı filmleri neden izlemek üzere saklamışım anlamıyorum.Conviction da o filmlerden biri.Suçsuz yere hapse giren bir adam ve onu tüm hayatını ona adayarak kurtarmaya çalışan bir kızkardeş. O kadar ki sırf hapisteki kardeşini kurtarmak için iki çocuğu varken hukuk okumaya başlıyor.

Gerçek olaylara benzeyen hikayeye sahip duygusal filmleri sevenler, tahminen bu filmi beğenecektir, ama benim ilgi alanımda olmadığından ben sevmedim.

4 Ekim 2011 Salı

Friends with Benefits (2011)

Konusu sinemalar.com'dan kopyala yapıştır ile:

"Hikaye iki profesyonel ve sürekli çalışan iki iş insanı  çevresinde gelişiyor. Meşgul yaşamları yüzünden bir türlü biriyle çıkmaya veya bir eş bulmaya vakit ayıramıyorlardır. Bu yüzden bir anlaşma yaparlar ve bu anlaşma insanlarla çok bağ kurmadan samimi olcakları yönündedir. Ama işler karışır ve anlaşmayı yapan oğlan , anlaşmayı beraber yaptığı kıza vurulur. Ama sorun kızın anlaşma sonucu başkasıyla çıkıyor olmasıdır..."

bu şekilde, sanırım diyaloglar biraz ağır bulunmuş ki +18 ibaresiyle sinemalarda oynadı. Kız (Mila Kunis) çok güzel, oğlan Justin Timberlake.. Konu popüler, film seyirlik.. Çok fazla ayrıntı içermese de eğlenceli vakit geçirten bir film.

Ayrıca Ömür Gedik'ten öğrenebiliyoruz ki bu tarz üç film vizyona girmiş bu sene, diğerleri: "Anne Hathaway ve Jake Gyllenhaal’un rol aldığı ‘Aşk Sarhoşu’ (Love and Other Drugs) ile Natalie Portman ve Ashton Kutcher’ın oynadığı ‘No Strings Attached’ (Bağlanmak Yok)"


Bir de Onur Baştürk'ün yazısı var, ancak filmle ilgili bol miktarda spoiler içeriyor..

9 Eylül 2011 Cuma

Limitless (2011)

Beyninin sınırlarının kalkması,ya da popüler değişle beynin tamamını kullanmaya başlamak... Gördüğün, okuduğun, duyduğun her şeyi çok hızlı bir şekilde, internetten bulur gibi hatta anında beyninden almak... İşte bir hapla bu hale gelen bir adamın başarılarını izliyoruz, ama haplar sınırlı sayıdadır ve biteceği gün hızla gelecektir.

Robert De Niro'nun yardımcı erkek oyuncu rolünde olduğu film bol aksiyonlu, hapı yutan başrol erkek oyuncu ise Bradley Cooper.. Yuttuğu haplar sonunda hapı gerçekten yutuyor mu, yoksa yırtıyor mu filmin sonunda anlıyoruz.

Bilimkurgu ve bol miktarda aksiyon içeren film tavsiye edilir..

Feast of Love (2007)

Film eleştirmenleri yeni birinin filmini izlerken bir filmle ilgili kararını ilk bir kaç dakikada verirmiş, Feast of Love da böyle, daha ilk dakikalarında Morgan Freeman'ın sözleriyle kendine kaptırtan bir film.

Filmde üç farklı yaşlardaki çiftin ilişkilerini izliyoruz: Biri birlikte çok mutlu olan, ancak kısa süre önce tek çocuklarını kaybetmiş yaşlı bir çift, biri karısı için her şeyi yaptığını düşünürken başka bir kadın için terk edilen orta yaşlı bir adam ve sonraki ilişkileri, üçüncüsü ise birbirine delice aşık, ama başka sıkıntıları olan genç bir çift. Başarılı bir romantik dram hikayesi...

Ayrıca oyunculardan biri favori filmlerimden Mozart and the Whale 'deki Radha Mitchell burada terkedilen adamın ikinci eşi rolünde oynuyor.

6 Eylül 2011 Salı

Cars 2 (2011)

Pixar'ın harikalarından 2006 yapımı Arabalar filminin ikincisi, çokça söylendiği gibi aksiyonuyla çocuklardan çok büyüklere yönelik bir animasyon olmuş. Gene çok sevimli, gene çok eğlenceli.. Dünya'nın bir çok şehrinde geçen araba yarışları sayesinde değişik şehirleri ve spor arabaları harika animasyon halinde izliyoruz.

Yalnız 3D'sine gidiliyorsa Cine Bonus (RealD) tercih etmek daha mantıklı olur, AFM'nin XBand gözlükleri gereksiz yere kulak-burun ağrıtıyor ve filmi yeterince parlak izlemeyi önlüyor. Ben Türkçe seslendirme olanına denk geldim, Şimşek Mcqueen'i Yekta Koptan, Francesco Bernoulli'yi Cem Yılmaz, Sally'yi sesi pek çok seslendirmeden tanıdık Berna Başer seslendiriyor. Esprilerin Türkçe uyarlaması da güzeldi, ama bir de orjinal izlemek lazım.

Bir de filmin başındaki Toy Story 3'ün karakterlerini içeren "Hawaiian Vacation" adlı kısa animasyon film ise mükemmeldi.

5 Eylül 2011 Pazartesi

A.R.O.G (2008)

Cem Yılmaz'ın bir önceki filmi şeklinde lanse edilen G.O.R.A'yı pek o kadar beğenmediğim için(belki aşırı reklamdan, hatırlamıyorum) A.R.O.G'u tepki alıp izlememiştim, ancak otobüs yolcuğu sırasında izlediğimde bu sefer yönetmeni de Cem Yılmaz olan film(G.O.R.A'nınki Vizontele,Yahşi Batı ve Aşk Tesadüfleri Sever'in yönetmeni Ömer Faruk Solak'mış) beklediğimden de komik çıktı.

Filmde Arif bu sefer geçmişe, bir milyon yıl önceye gidip oraya medeniyet getiriyor.

Tekrar bile izlenebilir, izlendiğinde başka espriler yakalanabilir gibi duran filmi, hala izlemediyseniz denk gelince izleyin :)

Ay Lav Yu (2010)


Beşik kertmesini uğurlarken Kürtçe "yok" anlamına gelen Tinne köyünün üniversite mezunu delikanlısı gördüğü Amerikalı kıza aşık oluyor. Sonradan nüfus kağıdı bile olmayan ailesini alıp kız istemeye Amerika'ya gidemeyince, kızın ailesinin bu sınır köyüne gelmesi ve gelişen komik olayların anlatıldığı filmi Sermiyan Midyat yazıp, yönetip başrolünde oynamış.

Pek çok yerli komedi filminden daha komik ve eğlenceli bir film, özellikle yolculukta izlemek için harika..

London Boulevard (2010)

Colin Farrell'ın Mitchel olarak başrolde oynadığı filmin konusu şöyle:

"Hapisten yeni çıkmış olan Mitchel acımasız bir adam olmakla beraber hayatını bir düzene sokmak istemekte, doğru kadınla tanışıp evlenmek gibi hayaller de kurmakta olan garip bir adamdır. Hapisten çıkar çıkmaz kendisine usûlsüz teklifler gelmeye başlar fakat o bu teklifleri reddeder. Tüm bu tekliflerin yerine ünlü bir oyuncunun çanta taşıyıcısı olmaya karar verir. Derken hayatının kadınıyla da tanışır Mitchel ama “geçmişi onun peşini bırakmaz”. O da hayatını geri kazanmak için içindeki canavarı uyandırmakta hiçbir beis görmez."

Çok fazla beklenti olmadan izlenirse pek sıkılmadan vakit geçirtebilecek bir film.

24 Ağustos 2011 Çarşamba

The Damned United (2009)

Yönetmen Tom Hooper'ın The King's Speech'teki başarısını ve başarısının Oscar ve BAFTA ile de kanıtlandığını farkedip başka ne filmleri vardır acaba diye baktığımda daha önce sadece bir sinema filmi çektiğini görüp hem şaşırıp hem de üzülmüştüm. Bir de şansıma önceden çektiği yegane film The Damned United, futbolla ilgili olunca, hatta futbolla bile değil, bir teknik direktörün hayatının en kötü döneminin anlatıldığı bir film olunca, bir de ben olumsuz hikayeleri sevmeyince filmi izlemem aylar aldı. Ancak futbolla alakasız üç kişi filmi izleyip, üçümüz de beğenince-bayılınca izlemek gerektiği kanıtlandı.

70'li ve 80'li yılların ünlü teknik direktörü Brian Clough'un profesyonel hayatının kötü gittiği 44 gününü anlatan romandan uyarlanan filmin başrolünde oynayan Michael Sheen de film gibi çok başarılı... Futbolu sevenler zaten konuya takılmadan izler de sevmeyenler de futbol falan demeyip filmi bulup izlemeye baksın :)

Önceden de dediğim gibi, imdb'ye göre henüz çekilen filmi yok gibi dursa da Tom Hooper'ın gelecek filmlerini merakla bekliyorum..

23 Ağustos 2011 Salı

Recep İvedik 3 (2010)

Razzie (yılının en kötü filmleri) ödüllerini pek çok dalda kolaylıkla alabilecek, televizyon filmi kalitesinde bile olmayan, espri yerine iğrençliklerle dolu(mesela çikolata şelalesi esprisi!), depresyondaki bir insan hangi aktivitelere gidip depresyondan nasıl kurtulabiliri alakasız ve berbat bir şekilde anlatan Recep İvedik serisinin son ve en kötü filmi. Boş vaktiniz varsa bile izlemeyin :)

Şöyle bir baktım da önceden Recep İvedik 2'den bahsetmişim, gerçi filmden çok izlediğim ortamı anlatmışım; ama hatırladığım kadarıyla 1'deki kadar olmasa da güldüğüm-gülümsediğim sahneler olmuştu.

Biraz daha geçmişe gidersem, serinin ilk filmi çıktığında, televizyonda inanılmaz reytingler alan ve herkesin izlediği Şahan Gökbakar tiplemelerine dayanamadığım için tepkimi koyup fragmanını dahi izlememiştim; sonra bir yıl sonra denk geldi ve evde izledim. Fragmanı izleyenler filmdeki tüm komik kısımları görmüş olduğundan pek tepki vermedi, ancak şimdi nelere güldüğümü hatırlamasam da o kadar çok güldüm ki bir ara nefes alamıyordum!; belki izlediğim ortamdan, belki o anki ruh halimden, belki de gerçekten komikti :).

Son olarak bu kadar kötü bir üçüncü filmin üstüne dördüncüyü de çekecekler mi merak konusu; gerçi  2 milyon 366 bin kişinin sinemaya gidip izlediğini düşünürsek, çekerler tabi böyle kar oranı başka nerde var!

22 Ağustos 2011 Pazartesi

Rise of the Planet of the Apes (2011)

Bir ilaç laboratuvarında, Alzheimer'ı önlemek için beyindeki zarar görmüş kısımları onarma amaçlı geliştirilen ilaç maymunlar üzerinde denenirken, deneklerden birinin kafesinden kaçıp ortalığı karıştırmasıyla denek olan tüm maymunların uyutulmasına ve projenin durdurulmasına karar verilir. Ancak o gün doğan maymunda ilaç denenmemiş olduğundan, ilacı geliştiren uzmanlardan biri(James Franco) onu gizlice alıp Alzheimer hastası babasıyla yaşadığı eve götürür. Kısa süre sonra bu sevimli maymun Caesar'ın da ilacın etkilerini annesinden aldığını ve gittikçe artan bir zekaya sahip olmasını farkedip onu yetiştirmeye başlar.

Filmde, sonradan Caesar'ın başka maymunları da ilaçla akıllı hale getirmesiyle, şehirdeki tüm maymun ırkının insanlardan öç alması anlatılıyor. Filmin ilk yarısı dramken ikinci de aksiyon tadında ilerliyor ve devam filminin geleceğinin çok net sinyalleriyle film sonlanıyor.

Film (özellikle ilk yarısına bayıldım) çok güzel, ama 8/10 notu da biraz abartılı gibi geliyor.

Aşk Tesadüfleri Sever

Filmde Ankara'da başlamış çocukluk aşkının, yıllar sonra İstanbul'da bir tesadüfle devam etmesi anlatılıyor.

Sinemada izlemeyeceğim diye inat ettiğim, hatta izlemek isteyenleri izlememeye ikna ettiğim filmi annemin merakı üzerine evde izledik. O kadar izlemeye hevesli annem bile, izlemesem de olurmuş tepkisini verdi...

Ama hakkını yemeyeyim filmin ismi çok güzel seçilmiş, Mehmet Günsur ve müzikleri de dikkat çekici, reklam başarısıyla da fena olmayan bir gişe başarısı elde etmiş.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Horrible Bosses (2011)

Üç yakın arkadaş, hepsinin patronlarıyla kendilerine göre büyük sorunları var ve iş çıkışı bir muhabbet esnasında patronlarını öldürmeye karar veriyorlar. Burdan sonra ne desem filmi anlatmış olacağımdan izleyin eğlenin diyorum :)

Konu-içerik hiç benzemese de Hangover keyfi veren bir film... Komedi izlemek isteyip, romantik olmayan komedi arayanlara şiddetle tavsiye edilir.

The Smurfs (2011)

Çocukluğumuzun mavi sevimli şeyleri Şirinler'in sinema filminde, Şirinler'imiz Gargamel'den kaçarken kendilerini şehrin ortasında buluyor. Filmde, ilk kez insanlarla karşılaşan Şirinler, Gargamel ve Azman'ın eğlenceli hikayesi anlatılıyor.
Filmde Sakar Şirin, en şirin Şirin'di. Azman ise aynı çizgi filmdeki gibi akıllılığıyla çok sevimli, eğlenceli ve komik... Türkçe seslendirme olmasının kötü yanlarına rağmen Şirin babayı çizgi filmdeki sesle dinlemek ise güzel. Ancak, HIMYM Barney'imizi (Neil Patrick Harris) seslendirme yüzünden izlemenin pek bir anlamı olmadı. Ayrıca, bir çok kişinin sandığının aksine film tamamıyla animasyon değil, sadece Şirinler hareketli oyuncaklar görünümünde. Çizgi filmi sinemada izleyeceğiz diye düşünüp gidilmemesi gerekiyor yani ;). Bir de 3 boyutun çok fazla bir esprisi yok, hatta arada gözlüksüz bile izlenebiliyor, denedim oldu.
Son olarak imdb notu neden 4 civarında geziniyor bilmiyorum, ama bence gayet 6 civarı notu hakediyor. Bilmiyorum ben notu düşük diye beklentisiz mi gittim, ama güldüm ve eğlendim sonuçta :)

4 Ağustos 2011 Perşembe

Road to Perdition (2002)

Sam Mendes'in Amerikan Güzeli'nden sonra yönettiği, Tom Hanks, Paul Newman, Daniel Craig, Stanley Tucci ve Jude Law'un oynadığı, üzücü hikayesine rağmen iç bunaltmayan, 30'lı yılların teknolojiden uzak, o nedenle kendine özgü sakinliğini hissettiren, bu nedenle izleyeni yormayan bir film. Hele bir de HD izleyince daha bir güzel oluyor.

Kiralık katil rolündeki Tom Hanks (Sullivan)'i, ne iş yaptığını merak eden oğlu takip eder ve bunun üzerine Sullivan'ın oğlunun kural dışı cinayet olaylarına tanık olduğunu öğrenen patron yüzünden, Sullivan'ların tüm hayatları alt üst olur. Sonrasında baba-oğul Michael Sullivan'ların hayatta kalma mücadelesi gösteriliyor.

Mafya rolündeki Rooney ailesinden elemanların masumları öldürdükten sonra, Tanrı bizi korusun diye dua etmesi ve baba Rooney'in dinine aşırı bağlı olması tam bir trajikomediydi.

Filmde camdan yansıma sayesinde hayatı kurtulan küçük Michael ve yansıma yüzünden hayatını kaybeden babası Michael da filmdeki etkileyici bir ayrıntıydı.
Jude Law ise bu filmde kilit bir rolde olmasına rağmen arka planda kalsa da, çok benzediklerinden ve filmde fotoğrafçı rolü sebebiyle bana pek çok sahnede arkadaşım AKK'u hatırlattı :)

Etkileyici bir filmdi, güzel ve klasik film arayanlara tavsiye edilir.

9 Haziran 2011 Perşembe

Life as We Know It (2010)


Birbiriyle hiç anlaşamayan iki yetişkin bekarın en yakın arkadaşları ölünce, vasiyet gereği, onların evinde oturup orada bebeklerine bakıp büyütmeleri gerekir. Başka bir evde ya da ayrı yaşarlarsa bebek kimsesizler yurduna gidecektir. Böylece zorlu ya da eğlenceli hayat başlar..

Yakışıklı Duhammel, öksüz ve yetim rolündeki bebeği oynayan acaip tatlı üçüz Clagett'ler ve orta karar güzellikte Heigl ile nispeten değişik ya da göreceli olarak saçma konusuyla bir şeylerin eksik kaldığı, ancak evde güzel vakit geçirmelik, eğlenceli bir film.

4 Haziran 2011 Cumartesi

Kabare (Açıkhava)

Şehir tiyatroları sezonda veda ederken, en çok ilgi gören oyunlarıyla Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava sahnesindeydi. Ben de daha önce izleyip bayıldığım Kabare'yi, bu sefer de açık havada izleyeyim dedim. Ancak bu sefer eskisi kadar keyif almadım, izleyicilerin bir kısmı da arada ne sıkıcı şikayetleri eşliğinde ayrıldı. Bence bu sefer beğenilmemesinde en önemli etken Sally'yi Senan Kara yerine canlandıran Özge Borak'ti..

Önceki izlediğimde yaptığım yorum icin buraya bakılabilir.

Gene de açık havada soğuğa rağmen tiyatro izlemek güzel :)
Published with Blogger-droid v1.6.8

2 Haziran 2011 Perşembe

Je Pense à Vous (2006)


Önceden digiturk'te izlediğim Paris'te Aşk ismiyle yayınlanmış filme varan'ın film arşivinde rasladım, uykuyla uyanıklık arası izlerken ise tekrar izlediğimi farkettim.

Film ünlü bir yazarın eski ve yeni sevgilisiyle olan karmaşık aşkını anlatıyor. Yeni yazdığı kitabın eski sevgilisi Diane hakkında olan yazar Worms'un, Diane'nin bunu kendi yeni sevgilisi, kitabın yayımcısı Hermann'dan öğrenir. Sonra Hermann ise Diane için terk ettiği eski sevgilisi Anne ile buluşur, Worms da ikilinin fotoğrafını çekip Diane'e gönderir, olaylar karışır. O gece Anne duygularını Hermann'a açar, bu sırada Diane ise Anne'in psikiyatri doktoru ve şimdiki kocası Antoine'ı ziyaret eder.

Böyle karmaşık aşk ilişkilerini anlatan genelde sıkıcı, ama ne olacak diye merak ettirip sonunu izleten 80 dk'lık filmi karşınıza çıktığında izlemeseniz olur :)

Becoming Jane (2007)


Jane Austen'ın ünlenmeden önceki hayatının anlatıldığı filmde, Anne Hathaway başrolde Austen'ı canlandırıyor.

Sinemalar.com'dan Filmin Özeti

Jane Austen (ANNE HATHAWAY) aşka inanmaktadır. Anne ve babası (JULIE WALTERS ve JAMES CROMWELL) onun 1795 İngiltere’sinde adet olduğu üzere, para karşılığı bir evlenme yapmasını arzular. 20 yaşındaki Jane büyüleyici, genç bir İrlandalı olan Tom Lefroy ile tanıştığında, (JAMES MCAVOY), zekası ve cüretkarlığı genç kızın merakını uyandırır. Jane, Lady Gresham’ın (MAGGIE SMITH) yeğeninin teklifini geri çevirip, ailesinin otoritesine ve sosyal adetlere karşı gelebilecek mi? BECOMING JANE’de, edebi dehanın basamaklarındaki genç bir kadının, hayatını ve eserlerini aşk için riske atması anlatılıyor


Eski zaman İngiltere'si, asalet, o dönemin garip kuralları, harika giysiler gibi detaylarla film, izlemesi daha zevkli hale geliyor. Ayrıca bana kalırsa her türlü ruh haline gidecek bir film..

9 Mayıs 2011 Pazartesi

The Expendables (2010)

Bir sürü ünlü aktör(Jason Statham, Bruce Willis, Jet Li, Sylvester Stallone, Arnold Schwarzenegger, Mickey Rourke) oynadığı için özellikle dikkat çeken, ancak bunlardan Statham, Stallone ve Jet Li'nin dışındakilerin fazla görünmediği, ekibin bir görev için Güney Amerika'ya gönderilmesiyle başlayan olayları izliyoruz. Başroldeki ikiliden Statham bıçak kullanımında, Stallone ise mermide usta... Ayrıca araya biraz da kadın-aşk hikayesi sıkıştırmaya çalışılmış, ama çok havada kalmış, gereksiz görünüyor.

***spoiler
Biri ilk görüşte aşık olduğu bir kadın için her şeyi tehlikeye atıp sonra bana göre değildi zaten diyerek sallamıyor, diğeri aşık olduğu kadına kendi hakkında bir şey anlatmayıp bir de uzun süre haber vermeyip, evlenme teklifiyle geri döndüğünde kadını başkasıyla beraber yaşarken görüp vazgeçiyor.
***spoiler

Bir bıçakla bırakın kolu bacağı, bir darbeyle komple gövdeyi kesiyorlar, yani sahneler öyle abartılı; bazı dekorlarda(mesela sonlara doğru bina yıkılırken) ise biraz ucuza kaçılmış gibi duruyor. Cüneyt Arkın filmlerinin çok para harcanmış versiyonu gibi biraz film.

Tüm kötü yorumlarıma rağmen benim için orta karar bir filmdi, neden bilmiyorum öyle çok fazla sıkılmadım. Aksiyon filmi arayanlar izleyebilir.

25 Nisan 2011 Pazartesi

The Mechanic (2011)

Aksiyon filmi izleyesi olan ve/ya Jason Statham'e bayılanların beğeneceği, beklentisini yüksek tutup filmde şaşırmayı fln bekleyenlerinse burun kıvıracağı bir film.

Filmde Statham intihar ya da doğal ölüm süsü vererek öldüren bir kiralık katil rolüyle (Arthur Bishop) karşımızda. Sonra ona daha önce başka filmlerde de gördüğümüz bir görev veriliyor, tek güvendiği adamı öldürmek... Olayın sonrasında biraz da iç rahatlatmak amacıyla Arthur öldürdüğü adamın başbelası oğlunu yetiştirmeye başlıyor. Bir yerde biraz Dexter-vari öldürme güdüsü tatmini repliği de mevcuttu.
Konusu işlenmiş olmakla beraber özellikle çöp öğütme sahnesi ve belki aklıma gelmeyen bir kaç sahneyle süpriz de katabilen bir film. Ayrıca filmin sonundaki kısım da (bir kısmı akla gelse de) güzeldi :) 

Bir de filmin 1972 yılında Charles Bronson tarafından çekilmiş orjinali de mevcutmuş..

23 Nisan 2011 Cumartesi

7 (Şekspir Müzikali)


Haluk Bilginer'in başrolde Şekspir'i oynadığı, arkada başarılı orkestrası ve önde 4'lü acaip enerjik, cilveli ve komik kız ekibiyle(Evrim Alasya, Selen Öztürk, Zeynep Alkaya ve Tuğçe Karaoğlan tarafından canlandırılan soykarılar) insanın 7 evresini anlatan Shakespeare eseri, Kadıköy'de Oyun Atölyesi'nde canlandırılıyor.
Bu evrelerde Haluk Bilginer bebek, öğrenci, aşık, obur, yaşlı ve ölüyü canlandırıyor. Nasıl oldu anlamıyorum ama Bilginer bebekken nasıl tazecik duruyorsa, yaşlıyken de bir o kadar tonton ve buruş buruş görünüyordu :) Sevdiğim oyuncuyu canlı görmenin bende yarattığı etkisiyle ilk yarı keşke daha çok Haluk Bilginer oynasaydı diye düşündüm, ama soykarılara da ikinci yarıya doğru alıştım ve ikinci perdeyle onları da sevdim...
Yaklaşık bir ay önce biletleri aldığımız harika müzikali tüm salon ayakta dakikalarca alkışladık, perde kaç kez kapanıp açıldı sayamadım :p Ayrıca müzikleriyle de sadece alkışlarken ve salondan çıkarken bile eğlenebiliyor insan :)

Son söz Oyun Atölyesi'ne gitmek, oradaki oyunları görmek gerek.

18 Nisan 2011 Pazartesi

Scream 4 (2011)

Çığlık sever olarak, bu sefer biraz daha komedi tadında (özellikle filmin başları)... Yer yer geren, 1-2 sahnede korkutan, aralarda güldürüp gülümseten serinin son filmi tavsiye edilir.. Özlemişiz :) Unutmadan Friends'in Monica'sı Courteney Cox 47 yaşında olmasına rağmen harika görünüyordu...