28 Şubat 2009 Cumartesi

Elizabeth: The Golden Age

Son sınıf olmanın ve bu son sınıfın son döneminin de 4 haftasını geride bırakmanın gerginliğiyle hiçbir şey yapamama moduna girdim tekrardan. Ne bitirmedeki kodlara bakasım var ne de bana faydası olacak herhangi bir şey yapasım. Ben de dedim bir film izleyeyim ama beni yormasın, görselliği bol olsun ki zaten kostüm dalında 2008 oskarını almış.Böylece bu ikinci Elizabeth filmini izledim. Sonradan yorumlara baktığımda ilkinin(1998) süper olduğunu duydum bir ara bulsam da izlesem iyi olacak... Bu filmde yine Cate Blanchett kraliçe rolüyle oyunculuğuyla ön planda, kafa dağıtıp dinlenmek adına istediğimi verdi film bana. Mesela filmde savaş var ama savaş olmuş bitmiş yenen yenilen o bile görüntülerle hissettirilmiyor, tam kafa dinlemelik :D

Bir de filmde ufak bir yerde türklerden(yıl itibariyle osmanlı yerine türkiye deme hatasıyla) bahsediliyor, geçen gün okuduğum romanda da ufak bir türklük geçince dedim acaba birileri sözlükte fln içinde türklerden bahseden filmler,diziler, kitaplar diye bir başlık açmış mıdır....

Bunu ararken sadece turklere ozgu oldugu sanilan seyler 'i buldum, amaca yönelik olmadı gerçi :)

27 Şubat 2009 Cuma

La Fille coupée en deux

İlk kez transporter serisinde gördüğüm sevimli fransız aktör François Berléand, bugün de cnbc-e'de gösterilen ve sırf kara mizah türü yazdığından izlemeye başladığım La Fille coupée en deux ( ikiye bölünen kız) filminde başrol erkek oyunculuğunu paylaşıyor. Burada öyle pek sevimli bir karakterde değil sadece karizmatik kadınların bayıldığı adam rolünde....

Filmi ilk açtığımda böyle bir filmde başrole niye çirkin bir kız koymuşlar diye düşündüm ama filmi izlemeye başladığımda lafımı yuttum :) Ludivine Sagnier oyunculuğuyla filmde güzel görünenlerden (gerçi başka filmini izlediysem de hatırlamıyorum). Başrol kızımız evli karizmatik aktörümüze aşık, bir de diğer başrol erkek var, Benoît Magimel, o da dengesiz bir adam ama kıza kafayı takmış, onun filmin son bölümündeli zevksiz kıyafetiyle bir resmini aradım ama bulamadım, bulduğum solda. Bu üçlünün çevresinde dönen bir film.

Tv'de film izlemek zor zanaat bölünüyor insan ev boş olmayınca ama izledim bir şekilde, film başarılı sinemada epey etkileyici olabilir, konu ve sonuç ise benim sevmediğim şekilde.... Sevmeme nedenim sanırım yönetmen Claude Chabrol'un "fransız hitchcock"u diye tabir edilmesinden gelen hikayeye gerilim sokması...

26 Şubat 2009 Perşembe

Sayılı Nefeslere Bağlı Hayat

Normalde yakınen tanımadığım insanların vefatları beni fazla etkilemez ama Gazanfer Özcan'ın gidişine gerçekten üzüldüm ve ne zaman onunla ilgili ekranda bir görüntü görsem veya bir yazı okusam duygulanıyorum. Yazımın başlığını ise Selahattin Duman 'ın Gazanfer Özcan için vatan gazetesinde yazdığı yazıda görüp çok beğenip başlık olarak kullanmaya karar verdim ve önceden yazmayı düşünüp de yazmadıklarımı yazayım dedim.

Son zamanlarda çevredeki yaşlı insanların hastalanmaları veya vefatları sonucu, beraber yaşadığım anneannem ve dedem için daha ayrıntılı düşünmeye başladım. Hep böyle olmuyor mu çevremizde kötü bir olay görmedikçe farkına varmıyoruz ya da unutuyoruz eskiden önemsediklerimizi. Bu büyük ebeveynlerin sevgisi ölçülemez, anne-baba sevgisinden çok ötede. Zaten torunu olunca kendi çocuklarından önce onu sormaya başlamalarından belli sevgilerinin büyüklüğü. Torunlarına kendilerince en iyi şekilde davranıyorlar, ama bazen duymuyorlar ya da anlamıyorlar diye elde olmadan sinirleniyor insan, eğer bunu onlara belli ettiysem sonradan kendime daha çok kızıyorum, gidip gönüllerini alıyorum. Kırmamak lazım onları, ki zaten yaşlılar gönlü en kolay alınan insanlar ve hemencecik de affediyorlar.

Benimkilere de bayılıyorum, iyiki son senemde onlarla kalıcam demişim. Her eve geliş saatimde beni dört gözle bekleyen, onlara gülümseyip öptüğümde dünyaları vermişim gibi sevinen onlar... Hep sevdiğim yemeği yapıp, sevgisiyle anneme özlem duymamı önleyen anneannem. Eve yük olmayayım diye sürekli bir şeye (ki nedense aile sisteminde babanın teklifi olan bu şey hep paradır, gerçi benim baba kavramın paranın ötesinde oldu her zaman) ihtiyacın var mı diye soran dedem. Gerçi dedemin de biraz geleneksel aile babası kavramının dışında davranışları vardır, hakkını yemeyeyim :). Ben küçükken eve biraz uzak olduğu için yürürken yorulduğum o nedenle de hep omuzlarında taşıyarak götürüp getirdiği oyun parkı, istanbula her geldiğimizde giderdik oraya... Samsun'a ilk yerleştiğimizde mahallede arkadaşım olmadığı için sıkılıyorum gezelim deyince, yorgunluk demeden dağ bayır yaptığımız yürüyüşler, doğa keşifleri....

İnsan hiç bitmesin diyor, sayılı nefesler hiç tükenmesin

Allah sağlıklı, uzun ömürler versin büyüklerimize...

25 Şubat 2009 Çarşamba

Douches Froides

Bu akşam Emine ile Elif'e geldim, hadi film izleyelim dedik ve ortak izlenmeyen bir bu filmi bulduk, Cannes'da ödül almış bir fransız filmi Soğuk Duş. Bitince eeh bu ne yani düşüncesini akla getiriyor biraz da daha önce izlediğim başka bir Cannes filmi olan Blindless gibi.... Ama kara mizah var :)

itüsözlükteki yorumlardan:
*yönetmenliğini anthony cordier'in yaptığı ve "sabit olan tek şey değişimdir" sloganlı film.
*"insan günlük hayatta nasıl yaşıyorsa, sinemaya öyle yansıtılmalı" diyen filmlerden.

ekşisözlükten:
*değişim konusunu özel olarak da ergenlik dönemindeki değişim konusunu inceleyen ve bu dönemde sınıfsal farkların etkilerini de olaya sokmuş olan filmdir. olayın işlenişi yavan; çok fazla birşey vermiyor.
*anafikir olarak "insanlar iyi ya da kötü değillerdir, sadece değişirler" gibi bir cümle sunulmuş.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Slumdog Millionaire

Aslında oskarlar dağıtılmadan önce izleyecektim ama dün akşam uyuyakalınca sonrasında izlemiş oldum :). Törene ekipce katılmışlardı, bir sürü hintli.... Zaten filmin görüntülerine önceden baktığımda hemen izleyesim gelmemişti, ama yanılmışım. İlk 5 dk'da filmin iyi olduğu anlaşılıyor...

Tören açılışında aday filmlerden bir şeyler barındıran tiyaromsu müzikalimsi bir gösteri vardı, "who wants to be a millionaire" (bizdeki kim 500 milyar ister) ile başlıyordu. Meğerse o kısım bu filmdenmiş dedim ilk dakikalarda. Sonra esas oğlanımıza işkence yaptıklarını görünce ve çocuğun işkenceyi fazla takmadığını görünce dedim Prison Break'teki kadın gibi bir şey mi çıkacak. Ama hiçbiri olmuyor tahmin ederek gitmek sıkıcı olunca vazgeçtim bundan. Filmde pek çok kötü durumdan bahsediliyor (bir nevi parmak basılıyor kimsesiz çocukların durumuna) ama rahatsız edici görüntüler yok. Ayrıca müzikler de çok etkileyici...

***spoiler***
Bizim Cüneyt Arkın'ımıza benzeyen Amitabh Bachchan
Bizim gibi çaya düşkün insanlar
Aç ve kimsesiz çocukları kullanıp onlardan para kazanan kötü adamlar
İki çocuğun büyüyence sonsuz aşka dönüşecek dostluğu
Turist rehberliği yapan çocuklar ile filmin içinde bir taraftan tekrar dünyaya gösterilen Hindistan'ın en meşhur yapısı Tac Mahal
.... başka bir milletle ortak noktaları görmek filmi daha da etkili yapıyor, keşke bizim de böyle etkili bir filmle oskarımız olsa dedim, gerçi film ingiliz elinden çıkma ama gene de bence hint filmi...

Sonra turistler çevreyi gezerken 2 dk içinde arabanın parçalanıp işe yarayan kısımlarının gitmesi ve bu durum üstüne gelen turistlere küçük hintlinin dediği "This is real India", ve turist kadının karşılık olarak 100$ vererek "This is real America" demesi...


filmin sonunda da tekrar alın yazısına dikkat çekerek tüm bunları yaşamasak milyoner olamazdık fikrini ve abinin sonu ile kötüler hakettiğini buluru bir çizgifilm gibi net gösteriyor.

***spoiler***

Dexter_Sezon_3


Önceden yazacaktım, ama bazen izlediğim filmlerin adını bile yazmaya üşenince unutmuşum. Dexter'ın son sezonundan beğendiğim kısımlar....

6. Bölümde..

Rita yeni en yakın arkadaşı Syl ile emlakçılık işine girişecektir, yakın olunan biri ile iş yapma konusunda şüpheleri vardır..

Ondan pek çok şey öğrenebilirim ama onun sevmediğim bir yanını görürsem?
Sanırım bu birisiyle, özellikle de bir arkadaşla bir işe girişirken alınan bir risk.
Hiç şüphe yok ki ilişkileri daha karmaşık hale getirir.
Yine de... Arkadaşım Syl olmasaydı bu fırsatı yakalayamayacaktım.
Sanırım riski alacağım ve bu işe atlayacağım. Bakalım bu yeni şey bana uyacak mı?

Sonra Rita Dexter'a eşlerin birbirinden bir şey gizleyemeceğini (Syl ile Miguel'den örnek vererek) sorunu olanın belli edeceğinden bahsediyor...
- Miguel sabah gelemezse hiç şaşırma.
- Neden öyle dedin?
- Bu aralar tam bir enkaz halindeymiş. Uyumuyormuş, ruh hâli bozukmuş. Syl, bir şeyin çok fazlacanını sıktığını düşünüyor.
- Onu daha bugün gördüm,iyi görünüyordu.
- Arkadaşı olabilirsin ama karısı değilsin. Ayrıca, eşinden bir şey gizleyemezsin.
- Çok doğru.
- Neden bir şeyleri gizlemek isteyesin ki?


Buradan Dexter'ın çıkardığı ders ise...
İnsanlarda yalnızca iki şey görürüz. Görmek istediklerimiz ve onların bize göstermek istedikleri. İki insan birbirine ne kadar yakın olursa olsun, aralarında sonsuz bir mesafe vardır.

8.Bölüm 'Bir Adamın Verebileceği Zarar'

Her şeyin her şeyle bağlantısı olduğu söylenir.
Kelebek etkisi....
Ufak bir göle birçakıl taşı atarsınız
ve dalgalar dışarıya doğru yayılıp her şeye dokunup etkilerler. Ta ki sonunda bir balığın kollarının ve bacaklarının çıkıp sudan çıktığı güne kadar. Ve bir kaya alıp, diğer iki balığın kafasını ezer. İşte ilk seri katilimiz...
Derler ki bir kelebeğin Brezilya'daki bir kanat çırpışı Florida'da bir fırtınaya sebep olabilir.

Böyle türkçe yazınca pek güzel durmuyor bazı şeyler ama bunları böyle kaydetmişim izlerken anlatıcının ses tonuyla daha güzel bir hal aldığından sanırım...

22 Şubat 2009 Pazar

Kung Fu Panda


Şu animasyon filmlere bayılıyorum, her yaşa hitap ediyorlar ve çoğunlukla normal filmlerden daha kaliteli oluyorlar. Bu filmde önce bunda seslendirme yapan Angelina Jolie'nin oynadığı Wanted filminin eğitim sahnelerini hatırladım. Sonra ilk gittiğim animasyon film olan Aslan Kral geldi aklıma, belki de baba oğul ilişkisini barındırmasından. Bir yerde de akupuntur nedeniyle pandanın yüzü komik bir hal alıyor, o da değişik bir kabilenin dövüş sonunda dil çıkarma geleneğine benziyordu. Ayrıca aralardaki ince espiriler ve değişik çağrışımlarla izlerken eğlendim...


***spoiler ***
Kaplumbağa terbiyecisini akla getiren, ama terbiyeci kendi olan kaplumbağa bir yerde şöyle diyor...

yesterday is history
tomorrow is a mistery
but today is a gift
that is why it is called the "present"

Filmin sonundaki dövüş sahnesinde tencere altında parşömeni saklaması ile uzun çubuklarla yaptıkları eğitimdekilerle aynıydı...

***spoiler ***

19 Şubat 2009 Perşembe

if istanbul

Bilet bulmak zor olduğundan her seferinde niyetlensem de bir film festivaline gidemememiştim. Ozan biletsiz olarak kısa filmlerin gösterildiğini söyledi, konuyla fln azıcık geyik yaptık ama gittik, bence iyiki de gittik hem bu sayede bir film festivaline de gitmiş oldum. Taksim AFM'de salon 1 tıklım tıkıştı, merdivenlere oturanlar ayakta izleyenler... Ozan'ın kuzeninin yönetmenlerden biri olduğu film bitince sanırım diğerleri de sıkılmış ki hadi diye kalktık ve çıktık. Aslında ben filmlerden keyif aldım kalabilirmişim, ama olsun artık bir dahaki sefere diyelim... Girdiğimiz seans, Mahrem Muhabbetler: Türkiye'den Kısalar başlığındaydı, 7 kısa filmden oluşuyordu... İzlediğim ilk 5i ise:

İrmik Helvası: Türkiyeli ermeni bir kadın bir yandan irmik helvası kavururken diğer taraftan helvayı neden kavurduklarını anlatıyor. Ancak sonlara doğru da ermenilerin çektiği sıkıntılardan bahsediyor biraz da gizliden... Başroldeki kadını çok iyi seçmişler, konuşması duraklaması her şey çok doğal ve çok güzeldi, o nedenle beğendim
Var: Film var mı yok mu bilmiyorum zaten 2 dk fln sürdü o sırada da beyoğlu çikolatası yemekle meşguldük :)
Arkasındaki Hayal : Tamamen yönetmen(Can Eskinazi) harikası bir kısaydı, konu saçma ve gereksizdi ama anlatış şeklini sevdim.
İki Adam / Üç Konu : Konusu iki adam ve merak ettikleri olan film, salonu kahkahaya boğdu, çok eğlendim
Beyaz Atlı Prens Boşuna Gelme : Lezbiyenlik üzerine eski türk filmleri ve çeşitli röportajlardan oluşan bir belgesel, konudan mı belgesel olduğundan mıdır bilmem sıkıldım

18 Şubat 2009 Çarşamba

Televizyonda film izlemek


Genelde gerek saatlerine uymamaları gerekse kötü seslendirmelerden dolayı televizyonda film izlemiyorum. Tabi cnbc-e'de böyle bir sorun olmuyor, onun da saatleri tutmuyor reklam izlemek zorunda bırakıyor diye kötüleyeyim. Ama nedense bu iki gün üst üste televizyondaki filmlere takıldım...


Pazartesi akşam televizyonda Johnny Deep'in müthiş oyunculuk sergilediği 2004 yapım, Stephen King romanından uyarlama Secret Window'u izledim.




Bu akşam ise evin yaş ortalaması 70 olan kısmının misafirliğe gitmesiyle tüm evin bana kalmasını fırsat bilerek salon hakimiyetini ele geçirdim ve biraz da zapingle yaprak dökümüne takılaraktan bu akşamki en yüksek nota sahip olan İyilik Yap İyilik Bul adlı filmi izledim.

15 Şubat 2009 Pazar

İntihal


İntihal kelimesini ilk kez bölümdeki Tayfun Akgül hocamızdan duymuştum, bize yurtdışında nasıl büyük cezalar verildiğini bir iki örnekle anlatmıştı. İntihal amiyane değişle kopyala*yapıştır ya da ingilizcede plagiarism.Bizdeki sorunun başlangıcı ise taa ilköğretime dayanıyor... Ancak son zamanlarda Amerikadaki üniversitelerde dahi başkalarından kopyala-yapıştır yapanların sayısı artmış.

Bütün dünyada aynı sıkıntı var

Gittikçe artan şiddette intihalle karşı karşıya kalıyoruz. Bu aslında sadece Türkiye’ye özgü değil, tüm dünyada aynı sıkıntı var. Öğrencilerin çalıntılarını birkaç kategoride incelemek mümkün. Kimi referans vermeyi bilmiyor, kimi bir yazıdan olduğu gibi alıyor. Kimi para karşılığı ödevini başkalarına yaptırıyor. Hatta bazen ödevi Türkçe yapıp İngilizce’ye çevirten bile oluyor...

Soğuk Algınlığı

Sabah şişmiş bir boğazla uyandığım bu gün de sanki bir tatil günü gibi film-dizi izleyerek geçiyor. Tek temennim hastalığımın ilerlememesi ve bir an önce iyileşmek, yapılacak çok şey var...
Cloverfield mutlu başlayan bir film, ülkeden ayrılıp Japonya'ya yeni işi için gidecek olan adama yapılan süpriz güle güle partisi ile başlıyor; ancak parti bitmeden tüm Manhattan yok oluyor, belki de olmuyor sanırım devam filmini de çekeceklermiş. El kamerasıyla çekilmiş havası verilmiş. Ama Blair Cadısı gibi kabus bir film değil, izlenebilir :)
Ekşi sözlükte hoşuma giden bir yorum:
bugün izleme keyfine vardığım büyük bir bölümü değil tamamı amatör kamera ile çekilmiş hoş bir film. bana filmin yönetmeni yok gibi geldi ama bu kötü etki yapmamış. bugüne kadar izlediğim en iyi canavar filmi olduğunu söyleyebilirim. klasik canavar filmlerinin çok dışında çok farklı bir yapım olmuş.
--- spoiler ---
filmde insanları korkutmak amaçlı kullanmamışlar canavarı. filmin adı canavar olsa da film bir aşk filmi. canavarı aşkın büyüklüğünü göstermek için kullanmışlar bu da çok hoş olmuş. bu film çoğu insana seni seviyorum demenin ne kadar değerli olduğunu hatırlatacaktır bence.
--- spoiler ---

13 Şubat 2009 Cuma

Recep İvedik 2

Bugün vizyona giren Recep İvedik 2'ye gittik, hem de 16:00 matinası biletini saat 13:00 civarlarında alırken ilk bilet alanlardanmışız... İşte ben de bu nedenle film yerine sinemadan bahsedeyim dedim....

Her zaman kolaylıkla bilet bulunabilen, Maltepe merkezdeki pasajın içinde, eski koltuklara ve dandik bir ses sistemine sahip bir sinema. Eskiden bir kere gitmiştik o zaman pek rahatsız olmamıştım bu eksikliklerden çünkü salonda fazla insan yoktu, koca salon bize film gösteriyor gibiydi. Ancak bugün gelen insanların kültür ve zeka düzeyi ilginç bir kıvamda olduğundan sinemanın eksikleri gözüme battı. Daha film başlarken gülmeler başladı, hadi tamam güleceğiz diye geldik hepimiz de acele niye, sonra yanımdaki kızlar hazır gürültü var diye(artık gülmeler gürültü şeklindeydi) öndeki çocukla bağırarak konuşuyor "anlamadıkları" esprileri sorarken yenilerini kaçırıyor. İlk yarının sonlarına doğru filmin görüntüsü devam ederken ses gitti ve salon delirdi öndeki 3 gençten biri (artistlik yapası geldi sanırm) "bu ne yauw" şeklinde dayılanma hareketini 3-4 kez tekrarlayarak (salonda onu duyacak herhangi bir görevli de yok) diğer 2 arkadaşına da hadi çıkıyor paramızı geri alalım dedi, arada da kısık sesle zaten izledik yeter bu bize diyerek... Neyse ilk yarıdaki yaklaşık 10dk'lık eksik bölümden ve aradan sonra ikinci yarıya girdik, bu sefer sesi biraz daha açmışlardı, daha komik bir yarıydı ya da ortam gülmeye daha elverişli hale geldi bilemiyorum. Bu sefer de tüm salonun (sanıyorum ki)yerleri tekmeleyerek koptuğu bir an yaşandı, neydi hatırlamıyorum ama sadece küfür vardı. Onun peşine güzel espriler vardı ama halkımız oraları gülerken ve tepinirken kaçırdı.

İşte bir Recep İvedik ve onu "halkımız"la izlemenin dayanılmaz eğlencesi...

9 Şubat 2009 Pazartesi

İstanbul'a Dönüş

Artık 3gün erken başlattığım ve 1 hafta uzattığım tatilimin sonuna geldim, yaklaşık 6 saat sonraki uçakla istanbula, lisans hayatımın bitirme çalışması ile yoğun geçecek son dönemine başlamak üzere, gidiyorum...
Tatil boyunca dişsizlik nedeniyle çoğunlukla evde oturarak geçti. Bu nedenle eski birikmiş dizilerimi izledim(Dexter, Desperate Housewives, Heroes, Prison Break, How I Met Your Mother, Lost), yeni diziler keşfettim (Fringe, Weeds, Californication)... ve bir çok da film izledim... Ne bitirmemde gelmem gereken noktaya geldim ne de toefl ya da ingilizce üzerine bir konuda çalıştım... Bu kadar yan gelip yatmanın sonucunda umarım istanbulun yoğun ortamına alışmakta hızlı davranırım. Bakalım, umarım...

Dün izlediğim The Lucky Ones, Irak'taki savaştan yaralandıkları için ülkelerine dönen ancak döndüklerinde hiçbir şeyi bekledikleri gibi bulamayan üç askerin trajikomik hikayesi...
Bugün Alfred Hitchcock'tan 1964 yapımı Marnie-Hırsız Kız filmini izledik Alfred Hitchcock hayranı kardeşçiğimle...

7 Şubat 2009 Cumartesi

Meşhur Aktristler

Dün izlediğim Angelina Jolie'li Wanted ve bugün Nicole Kidman'lı Australia...

Ortak yönleri, bir kaç tane anlatılmak istenen konunun kendi içinde filmde bulunması ve güzel başrol oyuncusu...
Australia'daki küçük çocuğun güzel oyunculuğu ve filmdeki renkler, kostümler kısacası görsel konulardaki başarı 2,5 saatlik filmin uzunluğunu farkedilmesini epey önlüyor...

4 Şubat 2009 Çarşamba

Tatil=Film

Dün gece show tv'de en az yarım saat gecikmeli başlayan Woody Allen filmi Scoop, tavsiye edilir. Film, bir cinayet davasını çözmek üzere aristokrat bir adamın(Hugh Jackman) peşine düşen gazetecilik öğrencisinin(Scarlett Johansson) duygularını olaylara karıştırmasıyla olanları anlatıyor.

Bugün ise Leonardo DiCaprio ile Kate Winslet'in birlikte oynadığı Revolutionary Road, iki çocuklu mutlu gözüken bir ailenin daha iyi şartlar için elinde olanları kaybetmesini anlatan -bence- gereksiz zaman kaybı olan bir film.

Clint Eastwood'un başrolünde Angelina Jolie'yi oynattığı Changeling ise oğlu kaçırılan bir anneye başka bir çocuğu basının ve çevrenin baskısıyla bulunan oğlu olduğunun diretilmesiyle olanların anlatıldığı aşırı duygusal, ama benim pek keyif almadığım bir film. ayrıca gerçek olaylardan esinlenilmiş bir hikaye..

3 Şubat 2009 Salı

Weeds


Weeds dizisinin en sevdiğim kısmı olan jenerik şarkısı...
Little Boxes

little boxes on the hillside, little boxes made of tickytacky
little boxes on the hillside, little boxes all the same
there's a green one and a pink one and a blue one and a yellow one
and they're all made out of ticky tacky and they all look just the same.

and the people in the houses all went to the university
where they were put in boxes and they came out all the same,
and there's doctors and there's lawyers, and business executives
and they're all made out of ticky tacky and they all look just the same.

and they all play on the golf course and drink their martinis dry,
and they all have pretty children and the children go to school
and the children go to summer camp and then to the university
where they are put in boxes and they come out all the same.

and the boys go into business and marry and raise a family
in boxes made of ticky tacky and they all look just the same.

Sağlıklı & Mutlu Yaşam

Bugün gazetede ömür boyu sağlıklı bir yaşam için gerekli olan besinlerle ilgili bir araştırmadan bahsedilmiş. Bir de bunu sağlık için bir liste olarak düşünürsek, burdaki bedensel beslenmeye ek olarak olarak ruhsal beslenmeyle ilgili de bir şeyler eklemiş Prof. Dr. Osman Müftüoğlu.... Hoşgörü, iyimserlik, affedicilik, sevgi, paylaşma, yardımseverlik, dostluk, arkadaşlık, keyifli ve huzurlu bir yaşam kurmak, dostlar, akrabalar, hemşeriler ve bütün insanlarla iyi ilişkiler oluşturmak...





Okuduğum bu yazının üstüne de akşam Clint Eastwood'un Gran Torino adlı filmini seyrettim. Tekrar tekrar izlenebilecek bir film, özellikle hayatta boşluğa düşüldüğü anlarda...








Bir de Weeds adlı diziye başladım, yorumlar iyiydi ama ben pek o kadar da sevmedim...

1 Şubat 2009 Pazar

Tatil=Film

Son 3 günde izlenen filmler... Bu arada Fringe 12 bölüm bitti mutluyum :p

Defiance, 2. Dünya savaşı zamanında geçen Almanya'nın Belarus ve Polonya'ya girdiği zamanı anlatan bir savaş filmiydi. Artık bu tip savaş filmlerinde farklı bir şey görmediğimi ve bu filmin de o nedenle zaman kaybı olduğunu düşünüyorum.


The Curious Case of Benjamin Button ilginç bir hikaye, I'm Not There'den sonra Cate Blanchett'den gene muhteşem oyunculuk ve bir de Brad Pitt olunca filme bayıldım.

Filmde Benjamin Button'un kızına yazdığı mektup:
"Hiçbir şey için asla çok geç değildir ya da benim durumumda, istediğin kişi olmak için çok erken değil. Zaman sınırı yoktur, istediğin zaman başlayabilirsin. Değişebilir ya da aynı kalabilirsin. Bunun bir kuralı yoktur. En iyisini ya da en kötüsünü yapabiliriz. Umarım, sen en iyisini yaparsın. Umarım, seni şaşırtacak şeyler yaşarsın. Umarım, daha önce hiç hissetmediğin şeyler hissedersin. Umarım, değişik bakış açıları olan insanlarla tanışırsın. Umarım, gurur duyacağın bir hayatın olur. Öyle olmadığını anlarsan umarım, en baştan başlayacak gücü bulursun."


Ben X 2007 Belçika yapımı online oyunlara bağlı otist bir gencin çarpıcı hikayesi..

Blindness 2008 Cannes Film Festivali'nin açılış filmiymiş. Bence hiç gerek yok izlemeye, ama sanat filmi işte izledik gördük :) Vermek istediklerinden biri, insanın aç kaldığında ne hale geldiği ve doymak için neler yapabileceği...