31 Aralık 2009 Perşembe

Yeni Yıl

Herkese sağlıklı, mutlu ve bol paralı, 2009'daki sıkıntılardan uzak bir yıl diliyorum...

27 Aralık 2009 Pazar

Otizm

Vikipedia tabiriyle otizm üç yaşından önce başlayan ve ömür boyu süren, sosyal etkileşime ve iletişime zarar veren, sınırlı ve tekrarlanan davranışlara yol açan beynin gelişimini engelleyen bir rahatsızlıktır. Az önce haberlerde Sakarya Otistik Çocuklar Eğitim Merkezi'ni gösterdiler ve haberi 1988 yapımı "Rain Man" filminden karelerle birleştirerek sundular. Çok beğendiğim filmlerden ikisi bu ve bu otizm ile ilgiliydi (gerçi bu Yağmur Adam'ı izlemedim), ama nedense bu hastalık neymiş hiç tam olarak okumamışım. Diğerlerinden nasıl bir farkı var buranın bilmiyorum, ama otistik çocukların aileleri buranın diğer gittiklerinden (yurtdışında da bazı merkezlere gitmiş olanlar vardı) farklı olduğunu çok kısa sürede(yanılmıyorsam 13yılda olan gelişme burada 3 ayda oldu şeklinde bir cümle kurmuştu bir çocuğun annesi) çocuklarının daha normal davranmaya başladığından bahsettiler. İzlediğimiz görüntülerde pinpon oynamak gibi çeşitli spor dallarına yönlendirilen çocukları gösterdiler...

500 Days of Summer

Konusunu ve filmde olacakları az çok bilerek izlenen klasik romantik komedilerden farkı anlatış tarzı: Artık sık karşılaşılan bir ileri bir geri gitmenin yanına, sonlara doğru bir de Beklenenler ve Gerçek şeklinde ikili video koymuş Marc Webb adlı yönetmenimiz, güzel olmuş. Film müzikleriyle eğlenceliydi, bir de video ekleyeyim dedim bu sefer :



****Buradan sonrası filmle ilgili bilgi içerir****“Bu, genç adamın genç kızla tanışma hikâyesidir. Esas oğlan; Margate, New Jersey'li Tom Hansen. Doğru insanı bulacağı güne kadar asla gerçek mutluluğa ulaşamayacağına inanarak büyüdü. Bu düşüncesi, küçüklük çağlarında dinlediği hüzünlü İngiliz pop şarkılarından ve The Graduate filmini tamamen yanlış yorumlamasından kaynaklanıyordu.

Esas kız; Shinnecock, Michigan'lı Summer Finn. Aynı fikirde değildi. Ailesinin evliliği parçalandıktan sonra sadece iki şeyi sever olmuştu. İlki uzun siyah saçlarıydı. İkincisi ise, onları kılı bile kıpırdamadan kesmesi ve hiçbir şey hissetmemesiydi.

Tom, Summer'la 8 Ocak'ta tanıştı. Neredeyse daha o anda, aradığı kişinin o olduğunu anlamıştı. Bu, genç adamın genç kızla tanışma hikâyesidir. Ama şunu bilmelisiniz ki bu bir aşk hikâyesi değil.”

Film böyle bir açıklamayla başlıyor, yani olacakları az çok tahmin edebiliyoruz izleyemeye başlamadan... Kız birinin kız arkadaşı olmak istemiyor, esas oğlanla sadece arkadaş olmayı bıraktıkları halde ilişkilerini arkadaş olarak tanımlıyor, bunu da

"İstemiyorum da ondan.Bir kadının özgür ve bağımsız olmak istemesine inanmıyor musun? Birinin kız arkadaşı olma fikri beni huzursuz ediyor. Aslında birinin bir şeyi olma fikri genel olarak huzursuz ediyor. Ben kendi başıma olmayı seviyorum. İlişkiler çok karışık ve insanların duyguları incinebiliyor. Genciz. Dünyadaki en güzel şehirlerden birinde yaşıyoruz. Daha zamanımız varken eğlenebildiğimiz kadar eğlenelim ve ciddi meseleleri de sonraya saklayalım derim."

sözleriyle açıklıyor. Aslında böyle düşünme sebebi ailesinin yeni boşanmış olması. Ancak, sonunda ne oluyor bizim oğlandan ayrıldıktan sonra birden evleniyor. Bir nevi bizim oğlanı anne-babasının ayrılmasının getirdiği psikolojik travmayı atlatmak için kullanmış oluyor. Evet, ben böyle düşünüyorum; ama buna rağmen izlerken iki karaktere de asla sinir olmuyorsun her şey normal ve olması gerektiği gibi oluyor çünkü. Zaten kız da ilişkilerinin yürümeme sebebini "Hep olan şey. Hayat işte." diye açıklıyor.
"Yılın birçok günü aleladedir.Başlar ve biter. Hakkında hiçbir şey hatırlanmaz. Birçok günün, hayatın akışına bir etkisi yoktur."

Bazılarının da çoktur hayat işte; kız evleniyor ve çocuk eski işinin saçmalık olduğuna karar verip mesleği olan mimarlık için iş görüşmesine gidiyor vee orda Autumn ile tanışıyor.

Şimdi gelsin 500 Days of Autumn...

****Buradan öncesi filmle ilgili bilgi içerir****
Bir de Tom'un en fazla bu resimdeki kız kardeşinin sadece 20 saniyen var anlat çözeyim derdini havası da çok hoştu :)

25 Aralık 2009 Cuma

District 9

Özellikle sosyal medyada adını çok duyduğumdan merakım yüksek olan filmi izlerken uykum geldiği için 20-40-40 dk'lık 3 bölüm halinde de olsa sonunda bitirdim. İlk 20dk'yı izlerken aklımda yazabileceğim pek çok ayrıntı vardı ama sadece bilgisayar oyunu gibi yapmış olduklarını düşündüğüm kaldı...Film 30 yıl önce Güney Afrika'nın Johannesburg şehrinde "District 9" denen bir bölge ile sınırlandırılmış yere yerleştirilmiş uzaylılarla yaşanan sorunları konu alıyor. Bir tarafta yerliler bir tarafta MNU örgütü bir tarafta prawn (karides ya da bir tür cırcır böceğiymiş parktown prawn denen) dedikleri uzaylılar var. Sonradan bi MNU yetkilisinin DNA'sı değişerek yavaş yavaş prawn'a dönüşmeye başlıyor. İşte filmin konusu bu kadar, ne kadar gerekli ne kadar izlenmeli bir film herkes kendi karar versin tabi de, bilgisayar oyunundaki lazer silahlarıyla parçalanma sahneleri evde izlerken bile oldukça iyiydi :D
Neden Distict 1 değil de 9 bilmiyorum ama sanırım bir District 10 çekecekler gibi bitirmişler filmi...

**spoiler olarak da
Ben seni 3 yıl sonra gelip düzelteceğim diyor uzaylı baba, uzaylıya dönüşmeye başlayan insana (Wikus Van De Merwe), tam süre veriyor 3 yıl, ne eksik ne fazla uzaylı işte diyorsun kesin ve net :p

Yerli kabile reisinin uzaylı kolu yiyerek öyle bir kolu olacağını düşünmesi de ilginçti tabi

Bir de Wikus'un içine girdiği makinenin ortamı tarayıp ve gelen kurşunları toplayıp komple herkesi temizleme özelliği de baya hoşuma gitti, epeydir bilgisayarda böyle oyunlar oynamıyorum, bu özellikte asker varsa sırf ondan yapıp herkesi temizleyebilirsin :)

13 Aralık 2009 Pazar

The Burning Plain



Yönetmeni sayesinde(21 Grams, Amores Peros, Babel) izlenen filmlerden biri, hikaye normal anlatılsa sıkıcı bir film olacakken, bölünüp bir ileri bir geri anlatımı sayesinde merak uyandırıyor ve beğendiriyor. Filmi izlemeye başlamada iki güzel kadın oyuncunun olmasının da faydası var tabi:) Charlize Theron ile Kim Basinger...

12 Aralık 2009 Cumartesi

Julie & Julia

Julie Powell adlı kadının gerçek hayatını kaleme aldığı romanından uyarlanmış. Filmde Meryl Streep adeta şiir gibi oynuyor, nedense izlerken en çok düşündüğüm bu oldu. Belki (Julia Child adlı yemek kitabı yazarı kadın) rolünde hayatını tamamen boş geçirebilecekken (kıyafet alıp-diktirip süslenip arkadaşlarıyla dedikodu yapıp, resmi davetlerde kocasının gölgesinde süs misali durmak şeklinde olacakken, zaten 1940'larda ve 40 yaşında evlendiğinden bir çocuk doğurup büyütme durumu da pek söz konusu değil) yemek yapmayı öğrenme inadı, yabancılara karşı soğuk Fransızların içinde bir Amerikalı olarak kendini kabul ettirmesi, başarılı yemekleri ve sonunda şimdiye kadar 46 kez basılmış yemek kitabıyla başarılı insan profilinde olması da etkili olmuştur. Ayrıca rolde sürekli konuşan bir kadın olmasına rağmen insanı bunaltmıyor, hatta kocasını bile....

Ben beğendim, keyifle izlenip insanda bir şeyler yapmalıyım duygusu uyandıran mutluluk veren bir film, hatta bir ara Mozart ve Balina kadar sevdim diye de düşündüm ama bunun sonunu fazla sevmediğimden belki biraz eksik geldiğinden iyilerin ortalarında kaldı :)

Not: Bir de Julia'nın kardeşinin düğün kıyafetini çok sevdim, ama foto bulamadım :(

5 Aralık 2009 Cumartesi

Güzelleşsin derken


Sitenin görünümünden pek memnun değildim, uğraşmaya uğraşmış ama pek istediğimi yapamamıştım... tek yapabildiğim en üste fotoğraf ekleyebilmek olmuştu, o fotoğraf da yağmurlu bir karadeniz günündeki bulutlar aslında pek belli olmasa da :) Sonra internette gezinirken bu gülleri buldum biraz kesip biçtim dedim ne güzeller bunları siteme koyayım, uğraştım biraz koydum da ama güzel olmadılar... Dedim madem değişiklik yapasım var kısıtlı hazır şablonlardan koyayım birini gene dedim ve şimdilik böyle güller sadece burda da olsa bir şekilde sitedeler... :)