21 Eylül 2009 Pazartesi

Ramazan bitti bayram ettik

Cumadan memleket Trabzon'a gitmek üzere yola çıkılır, geniş ama çoğu yerde sahili mahvetmiş projenin mahsulü yollardan hızlı hızlı geçilir, Ünye'de ise bir araç konvoyu, çünkü izin vermemişler projeye. Tamam sahil yolu projesi pek çok yerde mahvetti sahili, kumsalı, ağaçları, Ünye çok şirin duruyor minik yoluyla ama zaten sahilinin bir farkı yok ki yol yapılan yerlerden, bence Ünye'li önlemekle o kadar da doğru yapmamış, şimdi de araba egsozuyla doluyor. Sonra 13 yılın geçtiği Giresun'a gelinir çocukluğumun Arif Kumaş plajı da gitmiştir, denize sıfır Polisevi de. Bir de upuzun Tirebolu tünellerinden geçtik uzun olanı 2,15 km'ydi, hemen peşine kısa bir tane 650 metrelik... Trafiğin de yardımıyla 5 saatte Trabzon'a varıldı...

Merak edenler için amcam gittikçe iyiye gidiyor ama ancak bir yılda normale dönermiş...

Dönüş yolu ise bol yağmurluydu ama kazasız belasız döndük çok şükür. Gerçi pek çok hayvana araba çarpmıştı yollarda her seferinde rastladığımız gibi, hatta bu sefer kedi-köpeğe ek sincap da gördük, nasıl önlenebilir bilmiyorum ama en azından bunu da paylaşayım dedim.

Son olarak özellikle bayramı yollarda geçireceklere kazasız belasız mutlu bayramlar dilerim.

13 Eylül 2009 Pazar

Yazılamamışlar

Ne zamandır karasineklerin nasıl ölümsüz olduğunu yazacaktım, üstüne sineklikle vursan bile bir süre sonra kanatını bacağını toparlayıp kalıyorlardı, yazamadım. Cumayı cumartesiye bağlayan gece izlediğim ilginç mizah anlayışlı Bulgar filmi Zift'i ve imdb'de nasıl o kadar yüksek not aldığını anlamadığım amatör çekim gibi duran Rachel Getting Married'i de bir türlü yazamadım.

Zaten bunlar önemsiz eften püften konular ama gerçeklerin bunaltıcılığı da ayrı mesele, gündem hep üzücü hep can sıkıcı gelecekten umudu yitirmeye yönelik gidiyor. Yazının buraya bağlanma sebebi de 5dk'lık yürüme mesafesine yağmur var diye arabayla gidip iki kızıyla sele kapılıp birini kaybeden annenin öyküsü. Diğer tarafta yağmurdan korunmak için minibüse binip sel sularında boğulan kadınlar ve peşpeşe çıkan diğer ölüm haberleri... Her şey iyi giderken birden hayatın tepetaklak olması ya da ardı sıra gelen felaketler. İhmalkarlıklar, doğanın intikamını alması ve suçun doğaya atılmasıyla gelmeyen istifalar....

Neyse pazar akşamları olan geniş aile dizisi biraz kafa dağıtmaya mutlu olmaya yardımcı oluyor, iyi seyirler...

12 Eylül 2009 Cumartesi

Tiramisu

Sonunda gerçek tiramisuya bir adım yaklaştım :) Mascarponemiz yoktu, labneyle idare etmek zorunda kaldım ama italyanca adı savoiardi, ingilizcesi ladyfingers olan bisküvi sayesinde hazır kekten kurtularak tiramisumu yaptım. Bu bisküvilerden esinlenilerek pastanelerde ve bazı fırınlarda kedidili bisküvisi satılıyor ama kedidili daha kekimsi bu hazır satılanlarsa üstü şekerli kıtır bisküvi şeklinde oluyor.

Kreması için;
  • 1/2 lt süt
  • 2 çay bardağı şeker
  • 2 çorba kaşığı un
  • 1 kutu labne peyniri
Bisküvileri ıslatmak için;
  • 1 bardak (250ml ve üstü) sıcak su
  • 1 çorba kaşığı süt
  • 1 çorba kaşığı toz şeker
  • 1,5 çorba kaşığı nescafe tozu
Süslemek için kakao tozu
Önce süt, şeker ve un bir tencereye konarak kısık ateşte kaynayıncaya kadar pişirilir, kaynayınca labne eklenerek biraz daha pişirilir. Kremamız hazırdır.
Sonra 20cm'lik kare borcama önce kremanın 3te 1i sonra bisküviler konur ve bisküviler üstüne sıvı karışımın yarısı dökülerek ıslatılır. Aynı şekilde bir kat krema, bir kat bisküvi konup ıslatılır. En üst kata da kalan krema dökülür ve üstü kakao ile süslenir. Buzdolabında soğutuluduktan sonra yemek için hazırdır.

Bu şekilde yapılan tiramisu 3 gün tazeliğini koruyor, 4. güne eski tadı kalmadı. Bir de yumurtalı tarifler var sanırım onlar daha az dayanır.

Not: yukarıdaki fotoğrafı tıklayıp büyütürseniz kekin en ince ayrıntısına kadar görebilirsiniz ;) 

9 Eylül 2009 Çarşamba

Elling (2001)


Bu izlediğim üçüncü Petter Naess filmi ve sanırım en yüksek imdb notuna sahip olanı (7.6)... Benim favorim hala mozart ve balina olarak kalsa da bu filmi de çok sevdim. Burada 40lı yaşlarda sosyofobik iki adamın bu yaşına kadar nasıl da yalnız ve dünyadan uzak yaşadıklarının dramıyla beraber, norveç hükümeti desteğiyle yeniden hayatla başlarken yaşanan komik olayları gösteren bir kara mizah var.

Tatt av kvinnen'in yarım saatini izlerken sevdiğim norveçceyi burada da çok sevimli buldum.

Şimdi sırada devam filmi olan "elsk meg i morgen" var...

8 Eylül 2009 Salı

Bound by Honor

"Anger Management" ile başlanan akşam, filmin pek beğenilmemesi ve sonunun merak edilmemesi üzerine yeni başlayan Şeref Bağı izlenerek sonlandı...

70li yıllardan 80lerin başlarına uzanan hapishanelerdeki siyah-beyaz-kahve çatışması üzerine etkileyici fakat biraz uzun bir film (cnbc-e'de reklamlarla beraber 3,5 saate yakın sürdü). Gerçi Prison Break'ten sonra hapishane filmleri pek ilginç gelmese de bu kadar uzun olmasa çok beğendim derdim sanırım :). Cruz rolündeki, Dexter'da da 6 bölüm oynadığından tanıdık gelen Jesse Borrego'nun yaptığı resimler harikaydı, ama bu harikalardan internette doğru dürüst resim bulamadım. Bir bunu buldum :)

5 Eylül 2009 Cumartesi

Doctor Zhivago

Dr. Jivago takma adını Lost'un türkçe altyazılarını hazırlaması nedeniyle biliyordum, ama adını aynı adlı romandan ve çekilen filmden aldığını bu filmi izledikten sonra farkettim... 1965 yılında çekilen film Bolşevik ihtilali ve Rus iç savaşı döneminde bir doktorun başından geçenleri anlatıyor, 3 saatten uzun sürüyor....

Julie Christie güzelliğiyle kendine hayran bırakırken, doktor rolündeki Ömer Şerif'in de resmen temiz yürekliliğinden gözleri parlıyordu. Bir oyuncunun gözlerinin parladığını filmden görebilmek ilginç geldi ama öyleydi :D Şimdi dört gözle Julie Christie'li New York, I Love You filmini izlemeyi bekliyorum :)

2 Eylül 2009 Çarşamba

Gomorra

Gazetedeki anlatımda mutlaka izleyin diye büyük harflerle atılan başlığı görünce ve daha önceden de izlenmesi gerektiğini duyduğum için, hazır televizyonda türkçe seslendirmeli olarak da raslayınca filmi izledim. Gazetede ayrıca bu filmden sonra yönetmeninin ölüm tehditleri aldığı ve polis korumasında olduğu yazıyordu, sebepse bu filmde her zaman yüceltildiğini gördüğümüz mafyayı bize kötü yönünden göstermiş olmasıymış....

Bana kalırsa film olarak bakıldığında sıkıcı (gerçi film olarak öven çok ama ben sevemedim işte), belki belgesel-film halinde çekilse sevebilirdim; ama fikir olarak düşününce de iyi yapmış çekilmiş ancak izleyerek boşuna zaman kaybettim diye düşündüm.