25 Kasım 2010 Perşembe

Marat-Sade

Marat/Sade'yi şans eseri ilk gösterim günü Muhsin Ertuğrul sahnesinde izledim. Kısaca özetlemek istersem: ağır bir oyun, kaliteli bir yapım, harika oyunculuklar.. 

Ancak konuyu bilmeden gidince bir de günün yorgunluğu varsa dikkatini veremeyip pek bir şey anlamadan belki de uyuklayarak ilk yarı tamamlanabiliyor. Arada içilen çay sayesinde gösterinin ikinci yarısını pür dikkat izlenip mükemmel oyuncularla keyifli vakit geçirilebiliyor. Oyunun içinde mizah ve trajikomik durumlarsa durumun-konunun bunaltıcılığını hafifletiyor. Konusuysa Fransız Devrimi önderlerinden  Jean Paul Marat'ın öldürülüşünün,  sadizme adını veren Marquis de Sade yönetiminde akıl hastanesindekiler tarafından  oynanmasını anlatıyor.

Marat'yı Küçük Sırlar dizisinde Çet'in babasını oynayan Yıldırım Fikret Urağ, Sade'ı Murat Garibağaoğlu, oyunun "epizooot"larını haberci rolüyle daha önce izlediğim oyunda da oyunculuğuna bayıldığım, Çağlar Çorumlu, cinsel sapkınlığı olan Düpperet'yi Cengiz Tangör, Marat'yı öldürme planları yapan masum kız Charlotte Corday'ı Özge Özder oynuyordu. Bir de şarkı söyleyenlerden ön planda olan kadın oyuncu tiyatroda dikkatimi çekenlerdi.

Konuyu bilip izlenirken tek bunaltıcı olabilecekse, orjinalini Alman yazar Peter Weiss tarafından yazılmış oyunun türkçeleştirilmiş şarkıları (tiyatronun teknik altyapısı olarak ne kadar mümkün bilmiyorum ama izlerken tek aklımdan geçen 'şarkılar orjinal kalıp, türkçe altyazılı sergilenebilirdi' oldu). Yönetmen Ragıp Yavuz'un oyun için yorumuysa şöyle:

" "MARAT- SADE", insanlık tarihine ışık tutan dev bir sosyal devinimden, 1789 Fransız Sosyal Devrimi'nden küçük bir kesit. "Deli"lerin, "akıllı"ları oynadığı bir oyun. Ve, "Akılcı yaşamak kadar büyük bir çılgınlığın olmadığı" bir dünyaya yöneltilen sorular… Savaş adına, paylaşma adına, emek adına, aşk adına, mücadele adına, yaşam ve ölüm adına, seçme ve seçilme adına, iktidar ve güç adına sorular… Bir yanda, kökten devrimci Marat… Yalnız… Kitlelerden kopuk, hasta ve çağının sınıf bilincinden yoksun. Ama tarihin ve toplumsal değişimin yasalarına bağlı. Onlara ait. Diğer yanda, Marquis de Sade... Kökten bireyci… O da yalnız… Ama cebi soru dolu. Çağını kavramaya çalışan her aydının yanıtlaması gereken sorular. Hepimizin yanıtlaması gereken belki... Bize zaman zaman, bireyciliğinin aydınlık yüzünü gösteriyor sanıyoruz. Özgürlükler... Özerklikler… Kendimize karşı sorumluluk… Ama üzerimizde gölgesi büyüyen karanlık yüzüyle de yüzleşiyoruz Sade bireyciliğinin. Atomlaşma... Yalnızlık… Bunaltı… Şiddet… Öfke… Başa çıkılamayan hırs ve ego… Ve, tarihteki duruşları, üstü örtülemeyecek biçimde kabartılanmış bu iki bireyin kıyasıya düellosu… Bir "polemik" oyunu değil "MARAT - SADE". Çünkü, ne bir "dava"yı savunuyor, ne de bir "ahlak tezi" sürüyor ortaya. Ama çağına ve yaşama kafa tutmayı öneren bir değişimden söz ettiği kesin. Bu yargı, Marat'nın ağzından dökülen şu sözlerde gözlenebilir:

"Önemli olan, insanın kendi kendini saçlarından kavrayıp ayağa kaldırması, kendini bir eldiven gibi ters yüz edip, evrene yepyeni gözlerle bakmasıdır…"

İnsan, ister istemez, "Nasıl?" diye sorabilir. P. Weiss, oyununda bunu yanıtlamayı bilgece reddediyor. Bizi, zıtlar arasında ilişki kurmaya ve çelişkilerle yüzleşmeye zorluyor. Bir tek şeyin tanımlamasını yapmak yerine, farklı anlamlar arıyor ve yanıt bulma yükümlülüğünü de "ait" olduğu yere teslim ediyor. Bize… Aktaranı ve izleyeni ile, "tören" yaratacak bir tiyatroya...
Tiyatro, risk almalı… Aktaranı ve izleyeniyle… Artık!.."

4 yorum:

DuyGu dedi ki...

Bu oyunun hiçbir sahnesi bunaltıcı değil, bence oyunu kavrayamamışsınız.

DuyGu dedi ki...

Bu oyunun hiçbir sahnesi bunaltıcı değil, bence oyunu kavrayamamışsınız.

EzgiDi dedi ki...

Ben bunaltıcı diyerek bu oyunun değil, anlatılan durumun-konunun(Marat'nın öldürülüşü) çok iç açıcı olmadığından bahsetmek istemiştim...

Zeynep Mirza dedi ki...

bende biraz önce geldim oyundan. blogunuzda çok güzel paylaşmışsınız öncelikle tebrikler. onun haricinde soylediklerinize katılıyorum oyunculuk çok başarılıydı. Ama konunun bazı kısımlarında banada bunaltıcı geldi, her zaman değil ara sıra. birde ben dekordan çok fazla hoşlanmadım. Anlamsızdı bana göre.
bu da benim görüşümdür. Teşekkürler, başarılar :)