Whatever Works (Türkçe mealine "ne de olsa işe yarar" denebilir), Türkiye'de "Kim Kiminle Nerede?" adıyla vizyona girmiş karmaşık ilişki temalı ama içi dolu bir Woody Allen filmi... Filmden bilgi içerecek şekilde anlatırsam:
Önce kendi kendine(aslında bizimle konuşuyor tiyatrolarda oyuncuların seyirciyle konuştması gibi) konuşan Boris adlı, 80 civarı bir yaşta, fizik dalında Nobel'e aday gösterilmiş bir adamla karşılaşıyoruz. Anlattıkları ise din üstünden para kazanan insanlar, demokrasi, insanların hepsinin saygın olduğu şeklindeki yanlış anlayış; yani özde insanların hayatı olması gerektiğinden daha kötü hale getirmesinden bahsediyor. Boris'in yani Woody Allen'ın "Whatever works" hikayesi de bu: "Birini incitmediğiniz sürece "ne olsa işe yarar". Bu acımasız, manasız kaosun içinde kendine bir keyif aşırabileceğin her yol." Bir taraftan biraz kendiyle biraz da seyircilerle dalga geçerken: "Hollywood'daki aptalın biri kendine daha büyük bir havuz yaptıracak diye biletlere bir sürü para ödediler." Bir taraftan da başka filmler ve onların seyircileriyle dalga geçiyor: "Ve bilin diye söylüyorum, bu film kendinizi iyi hissetmenizi sağlayacak türden değil. Yani eğer kendini iyi hissetmek isteyen o aptallardan biriyseniz gidin kendinize bir ayak masajı yaptırın."
"Zaten bütün bunların ne anlamı var ki?
Hiçbir şey. Sıfır. Hiç. Hiçbir anlamı yok, yine de bu dünyada amaçsız yaşayan aptalların sayısı çok fazla. Ben öyle değilim. Benim bir vizyonum var. Seni, arkadaşlarını, iş arkadaşlarını, gazetelerini, televizyonunu tartışıyorum. Herkes bilip bilmediği her konuda konuşmaktan memnun. Yanlış bilgiler dolanıyor. Ahlak, bilim, din, politika, spor, aşk. Cüzdanın, çocukların, sağlık, İsa hakkında. Eğer yaşamak için günde dokuz öğün meyve ve sebze yemem gerekiyorsa yaşamak istemiyorum. Lanet olası meyve ve sebzelerden nefret ederim. Omega-3'ler, koşu bandı, kardiyogram mamografi, leğen kemiği somografisi... ve Tanrım, kolonoskopi.
Bütün bunlarla beraber seni, senin için neyin uygun olduğunu söyleyen ve sana hayatı tanımlayan yeni nesil aptalların olduğu bir kutuya koyduklarında gün yine doğar. Babam sabahları okuduğu gazete haberleri yüzünden depresyona girip intihar etti. Peki onu suçlayabilir misiniz? Korku, yolsuzluk, cahillik, parasızlık, soykırım, AIDS, küresel ısınma, terörizm, silahlı aptallar, politikacılar. Kurtz, Karanlığın Kalbi romanında "korku" demişti. "Korku." Kurtz oraya bir gazete dağıtımı yapılmadığı
için şanslıydı, o zaman görürdü korkuyu. Ne yapabilirsin ki? Darfur'daki bir katliamı veya bir okul servisinin patladığını okuduktan sonra, "Tanrım, korkunç!" deyip de sonra sayfayı çevirip yumurtanı yer, çayını mı yudumlarsın? Yani ne yapabilirsin? Bu kahredici bir şey.
İntihar etmeyi denedim.Açıkça görünüyor ki işe yaramadı. Bunları neden duymak isteyesiniz ki? Zaten kendi sorunlarınız var. Eminim hepiniz hüzün dolu küçük umutlarınızla ve hayallerinizle uğraşıyorsunuz. Tahmin edilebileceği gibi yetersiz aşk hayatınız. Batırdığınız işler. "Ah, keşke o hisseyi alsaydım!", "Keşke yıllar önce o evi alsaydım!", "Keşke o kadına açılabilseydim. "
Keşke bu, keşke şu.
Bir şey söyleyeyim mi?
Bana "yapmalıydım, yapabilirdim." demeyin.
...Sırası gelmişken, bu acımasızlığımın kişisel başarısızlıkla alakası olduğunu düşünmeyin. Akılsız ve barbar bir medeniyetin standartlarına göre, ben yine de şanslıydım."
Filmin vermek istediğini de başta verip hikayeyi başlatıyor...
Ebeveynlerinden kaçıp Newyork'a gelen 21 yaşında kızın önce yaşlı ve zeki bir adamın evine sığınıp, sonra onu evlenmeye ikna etmesiyle olaylar gelişir. Boris başından beri ilişkiye karşıdır çünkü sonunda terkedileceğini biliyordur(bunların ilişkisi bana Eda Taşpınar- Nurettin Hasman ikilisini hatırlattı). Hatta bir konuşmalarında kızın kendine aşık olduğunu söylemesi üzerine: "Aşk, sana anlattıklarının aksine her şeyin üstesinden gelemez. Hatta devam bile etmez. Sonunda, gençliğimizdeki romantik isteklerimiz o kadar azalır ki,"whatever works" deriz." diyor.
Evlilikleri bir yılı dolduğunda annesi gelir, çünkü babası onu en yakın arkadaşıyla aldatmıştır, ama sonradan anlaşılır ki zaten kızın anne ve babası birbirine uygun değillermiş, mesela adam sadece erkeklere olan iligisinin korkusundan evlenmiş, kadın da monoton bir hayattan mutlu değilmiş. Sonradan kadın iki erkekle aynı evde yaşamaya ve adamlardan biri sayesinde içindeki sanatçı ruhunu ortaya çıkarıp fotoğraflar çekip sergi açmaya başlıyor. Kızın babası ise, annesinden 1yıl sonra Newyork'a geliyor karısını ikna etmeye, ama birden eşcinsel olduğunu dışa vurup kendine erkek bir sevgiliyle beraber mutluluğu buluyor yani. Filmin sonunda tüm karakterler hep birlikte yeni yıla giriyorlar ve film bitiyor :)
Boris'in yeniyıl ile ilgili düşünceleriyse gene karamsar: "Yeni yıl kutlamalarından nefret ederim. Herkes eğlenmek zorunda. Aptalca bir şekilde kutlama yapmaya çalışıyorlar. Peki ya neyi kutluyorlar? Mezara bir adım daha yaklaşmalarını mı? Bu yüzden, söylemekten dilimde tüy bitti; bulabileceğin veya alabileceğin her sevgi, tutunabileceğin veya sağlayabileceğin her mutluluk iyiliğin geçici de olsa her bir ufak parçası, "whatever works" "
Önce kendi kendine(aslında bizimle konuşuyor tiyatrolarda oyuncuların seyirciyle konuştması gibi) konuşan Boris adlı, 80 civarı bir yaşta, fizik dalında Nobel'e aday gösterilmiş bir adamla karşılaşıyoruz. Anlattıkları ise din üstünden para kazanan insanlar, demokrasi, insanların hepsinin saygın olduğu şeklindeki yanlış anlayış; yani özde insanların hayatı olması gerektiğinden daha kötü hale getirmesinden bahsediyor. Boris'in yani Woody Allen'ın "Whatever works" hikayesi de bu: "Birini incitmediğiniz sürece "ne olsa işe yarar". Bu acımasız, manasız kaosun içinde kendine bir keyif aşırabileceğin her yol." Bir taraftan biraz kendiyle biraz da seyircilerle dalga geçerken: "Hollywood'daki aptalın biri kendine daha büyük bir havuz yaptıracak diye biletlere bir sürü para ödediler." Bir taraftan da başka filmler ve onların seyircileriyle dalga geçiyor: "Ve bilin diye söylüyorum, bu film kendinizi iyi hissetmenizi sağlayacak türden değil. Yani eğer kendini iyi hissetmek isteyen o aptallardan biriyseniz gidin kendinize bir ayak masajı yaptırın."
"Zaten bütün bunların ne anlamı var ki?
Hiçbir şey. Sıfır. Hiç. Hiçbir anlamı yok, yine de bu dünyada amaçsız yaşayan aptalların sayısı çok fazla. Ben öyle değilim. Benim bir vizyonum var. Seni, arkadaşlarını, iş arkadaşlarını, gazetelerini, televizyonunu tartışıyorum. Herkes bilip bilmediği her konuda konuşmaktan memnun. Yanlış bilgiler dolanıyor. Ahlak, bilim, din, politika, spor, aşk. Cüzdanın, çocukların, sağlık, İsa hakkında. Eğer yaşamak için günde dokuz öğün meyve ve sebze yemem gerekiyorsa yaşamak istemiyorum. Lanet olası meyve ve sebzelerden nefret ederim. Omega-3'ler, koşu bandı, kardiyogram mamografi, leğen kemiği somografisi... ve Tanrım, kolonoskopi.
Bütün bunlarla beraber seni, senin için neyin uygun olduğunu söyleyen ve sana hayatı tanımlayan yeni nesil aptalların olduğu bir kutuya koyduklarında gün yine doğar. Babam sabahları okuduğu gazete haberleri yüzünden depresyona girip intihar etti. Peki onu suçlayabilir misiniz? Korku, yolsuzluk, cahillik, parasızlık, soykırım, AIDS, küresel ısınma, terörizm, silahlı aptallar, politikacılar. Kurtz, Karanlığın Kalbi romanında "korku" demişti. "Korku." Kurtz oraya bir gazete dağıtımı yapılmadığı
için şanslıydı, o zaman görürdü korkuyu. Ne yapabilirsin ki? Darfur'daki bir katliamı veya bir okul servisinin patladığını okuduktan sonra, "Tanrım, korkunç!" deyip de sonra sayfayı çevirip yumurtanı yer, çayını mı yudumlarsın? Yani ne yapabilirsin? Bu kahredici bir şey.
İntihar etmeyi denedim.Açıkça görünüyor ki işe yaramadı. Bunları neden duymak isteyesiniz ki? Zaten kendi sorunlarınız var. Eminim hepiniz hüzün dolu küçük umutlarınızla ve hayallerinizle uğraşıyorsunuz. Tahmin edilebileceği gibi yetersiz aşk hayatınız. Batırdığınız işler. "Ah, keşke o hisseyi alsaydım!", "Keşke yıllar önce o evi alsaydım!", "Keşke o kadına açılabilseydim. "
Keşke bu, keşke şu.
Bir şey söyleyeyim mi?
Bana "yapmalıydım, yapabilirdim." demeyin.
...Sırası gelmişken, bu acımasızlığımın kişisel başarısızlıkla alakası olduğunu düşünmeyin. Akılsız ve barbar bir medeniyetin standartlarına göre, ben yine de şanslıydım."
Filmin vermek istediğini de başta verip hikayeyi başlatıyor...
Ebeveynlerinden kaçıp Newyork'a gelen 21 yaşında kızın önce yaşlı ve zeki bir adamın evine sığınıp, sonra onu evlenmeye ikna etmesiyle olaylar gelişir. Boris başından beri ilişkiye karşıdır çünkü sonunda terkedileceğini biliyordur(bunların ilişkisi bana Eda Taşpınar- Nurettin Hasman ikilisini hatırlattı). Hatta bir konuşmalarında kızın kendine aşık olduğunu söylemesi üzerine: "Aşk, sana anlattıklarının aksine her şeyin üstesinden gelemez. Hatta devam bile etmez. Sonunda, gençliğimizdeki romantik isteklerimiz o kadar azalır ki,"whatever works" deriz." diyor.
Evlilikleri bir yılı dolduğunda annesi gelir, çünkü babası onu en yakın arkadaşıyla aldatmıştır, ama sonradan anlaşılır ki zaten kızın anne ve babası birbirine uygun değillermiş, mesela adam sadece erkeklere olan iligisinin korkusundan evlenmiş, kadın da monoton bir hayattan mutlu değilmiş. Sonradan kadın iki erkekle aynı evde yaşamaya ve adamlardan biri sayesinde içindeki sanatçı ruhunu ortaya çıkarıp fotoğraflar çekip sergi açmaya başlıyor. Kızın babası ise, annesinden 1yıl sonra Newyork'a geliyor karısını ikna etmeye, ama birden eşcinsel olduğunu dışa vurup kendine erkek bir sevgiliyle beraber mutluluğu buluyor yani. Filmin sonunda tüm karakterler hep birlikte yeni yıla giriyorlar ve film bitiyor :)
Boris'in yeniyıl ile ilgili düşünceleriyse gene karamsar: "Yeni yıl kutlamalarından nefret ederim. Herkes eğlenmek zorunda. Aptalca bir şekilde kutlama yapmaya çalışıyorlar. Peki ya neyi kutluyorlar? Mezara bir adım daha yaklaşmalarını mı? Bu yüzden, söylemekten dilimde tüy bitti; bulabileceğin veya alabileceğin her sevgi, tutunabileceğin veya sağlayabileceğin her mutluluk iyiliğin geçici de olsa her bir ufak parçası, "whatever works" "
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder